ÜLKEMİZ TURUNÇGİL TARIMININ YAPISI VE SON YILLARDAKİ BAZI GELİŞMELERİ
Prof. Dr. Ahmet ÇINAR
Bu makalemin ana konusu 2018 yılında hala
tartışılan ülkemiz turunçgil tarımının sorunlarıdır. Hatta Kasım 2018 tarihinde
Bloomberg Televizyonunun başarılı tarım editörü Sayın İrfan DONAT’ın Mersin
Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Abdurrahman ÖZDEMİR İle yaptığı
söyleşide, dış pazarlarda başarılı olabilmemiz için turunçgil üretiminin tüm
yıla yeni çeşitlerle yayılması gereği dile getirilmiştir. Bu doğru bir saptama
olmasına karşın, Çukurova Üniversitesinde 1980 yılında başlayan ve hala devam eden
bir projede bu ve diğer turunçgil tarımı sorunları tüm boyutları ile ele
alınmış ve bu hususlar sürekli kamuoyu ile paylaşılmıştır.
Bunlara cevap olarak 2003 yılında kaleme
aldığım ve CİNE TARIM dergisinde yayımlanan bir makalemi, 15 yıl sonra tekrar
bu BLOG’da da ilgililere hatırlatılması düşüncesiyle yayımlamaktayım.
Ülkem adına tek dileğim, turunçgil konusunu
ilgilendiren üretici ve birlikleri, araştırma ve yayım kurumları ile
üniversitenin içinde bulunduğu bir örgütün patronajında konunun tekrar ele alınmasıdır.
Aşağıdaki makalede görüleceği gibi, üretimde tahmin edilen miktarlara
yaklaşılmış, ancak sayılan tüm diğer sorunlar ise bu konuda ülkemizde daha
önceden yapılanlardan habersiz hala devam etmektedir. Bu konuda daha önce
yapılan çalışmaların maalesef devamı gelmemiştir. Hatta Üniversitede bu alanda
yapılan liderlik ortadan kalkmış, TÜBİTAK’ın tarımda bölgemizde kurduğu ilk
Araştırma Enstitüsü de ilgisizlik sonucu lav edilmiştir. Çözüm mü, aşağıdaki
makalede irdelendiği gibi tüm paydaşların yer aldığı ÜRETİCİ BİRLİKLERİNİN
kurulması ve onların patronajında sorunların saptanması ve çözüm yollarına
gidilmesidir.
Ülkemizde turunçgil tarımındaki gelişme trendi son 10
yılda % 4-5 civarındadır. Bu trend son 15 yıldır güçlenerek artmaktadır. 1990
yıllarının sonunda rant gelirlerinin yüksekliği nedeniyle zayıflayan turunçgil
yatırımı 2000 yılından itibaren tekrar artmaya başlamıştır. Nitekim 3 yıl
önceye göre toprak fiyatları 10 misli artmıştır.
Halen yapılan üretim 2 milyon ton olarak kabul
edilirse, gelecek15 yıl içinde turunçgil tarımı ikiye katlanarak 4 milyon tona
ulaşacaktır. Ayni görüş Akdeniz İhracatçılar Birliği tarafından da
dillendirilmiştir. Bunlar turunçgil üretimi için olumlu görüşlerdir. Sonuçta
ülkemiz Akdeniz havzası içinde lider konumunda olan İspanya için ciddi bir
rakip olarak ortaya çıkmaktadır. Bu husus tarafımızdan son yıllarda dile
getirilmesine karşın İspanya bunu son çeyrek asırdır bilmektedir. Onların
ifadesine göre İspanya turunçgil üretiminde sınırlarını 5 -6 milyon ton
arasında tutma sıkıntısı çekerken, ülkemizde üretim alanlarının küçük bir kısmı
kullanılmaktadır.
Bu durumda kendimize aşağıdaki soruyu sormak ve bunun yanıtı akıl yolu ile bulmak zorundayız.
Bu durumda kendimize aşağıdaki soruyu sormak ve bunun yanıtı akıl yolu ile bulmak zorundayız.
Gerçekten önümüzde duran ve ülke olanaklarının sunduğu
bu potansiyeli aktive etme başarısını gösterebilir miyiz?
Ben kendi adıma devlet ve özel sektörün bugünkü yapılanması içinde bu gelişmeyi pek olası görmemekteyim.
Ben kendi adıma devlet ve özel sektörün bugünkü yapılanması içinde bu gelişmeyi pek olası görmemekteyim.
Neden?
Çünkü tüm sektörlerde ekonomik üretimin ANA ÖGELERİ olan Devlet Araştırma Kurumları, Özel Sektör bu gelişmenin gereği olan yapı ve düşünceye henüz ülkemizde sahip değillerdir.
Çünkü tüm sektörlerde ekonomik üretimin ANA ÖGELERİ olan Devlet Araştırma Kurumları, Özel Sektör bu gelişmenin gereği olan yapı ve düşünceye henüz ülkemizde sahip değillerdir.
Bu sorunun yanıtını ararken Turunçgil Endüstrisi
gelişmiş olan ülkelerde bu ögelerin yapılarına bakmak ve incelemekte yarar var.
DEVLET bu ülkelerde turunçgil tarımını belirlediği
politikalar ile desteklemektedir. Her şeyden önce üretici birliklerinin
oluşturula-bilmesi için gerekli yasaları yaparak, onlara kendi üretim
sorunlarını çözmede olanaklar sağlamışlardır. Devlet fidancılıktan satışa kadar
tüm adımlarda politikaları doğrultusunda hem destekleyici ve hem de denetleyici
konumundadır.
ARAŞTIRMA KURUMLARI bu tarım dalına özelleşmiş olup,
yüzlerce uzmanı istihdam etmiş durumundadırlar. Ayrıca extention servislerine
sahip veya bu birimlerle çok sıkı işbirliği içindedirler.
ÖZEL SEKTÖR ise üretici birliklerini oluşturarak gerek
Devlet ve gerekse Araştırma Kurumları ile birlikte çalışmaktadırlar. Ayrıca
sağladıkları ayrıcalıklar ile kurdukları fonlar onlara bu konuda geniş bir
aktivite alanı sağlamaktadır. Nitekim bu konuda Sayın Paksoy'un ilginç ve
öğretici bir Florida raporu bulunmaktadır.
Bu gerçekler doğrultusunda ülkemizdeki turunçgil
endüstrisinin yapısını irdeleyecek olursak, ortaya çıkan tablo hiç iç açıcı
olmayacaktır.
Devletin ülkemizde turunçgil tarımı açısından bir
politikasının olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Zaman zaman bazı
hükümetler konuyu anımsar gibi olmuşlardır. Nitekim 1960 'lı yıllarda geniş bir
introdüksiyona gidilerek Alata ve Antalya araştırma birimlerinde çeşit
parselleri oluşturmuşlar, fakat devamı gelmeyerek bu çeşitler orada kendi
kaderlerine terk edilmişlerdir. 1970 li yıllarda MEYSEB projeleri kapsamında
Dünya Bankasından sağlanan düşük faizli krediler ile meyvecilik teşvik edilmiş
ve bu arada Doğu Akdeniz bölgesinde turunçgil tarımı atılım yapmıştır. Bu proje
esnasında Vaşington navel ve Enterdonat limonu ağırlıklı kurulan tesislerden
çoğu bugün mevcut değildir. Bunun nedeni Enterdonat çeşidinin soğuğa
duyarlılığı göz ardı edilmiş, Vaşington navel portakalında ise STUBBORN
hastalık epidemisi kurulan bahçelerin % 80 den fazlasının sökümüne neden
olmuştur. 1990 Yılında FAO destekli virüsten ari fidan üretimi, bu iş daha
geniş boyutlarda Çukurova Üniversitesinde yapılmasına rağmen, Amerika lı
uzmanlarla Antalya'da başlatılmış, ancak tüm altyapıya rağmen aşı gözü üretimi
dışında bir etkinlik gösterememiştir.
Devletin bu konuya ilgisini vurgulamak için
yaşadığımız çok çarpıcı bir örnek mevcuttur. 1990 lı yılların başında Çukurova
Üniversitesi Mersin-Huzurkent yöresinde tüm dünya için yeni olan “Turunçgil
Klorotik Dwarf” ismini verdiği bir virüs hastalığı bulmuştur. Bu virüs
hastalığının turunçgil beyaz sineği tarafından taşındığı, HASTALIK bulunduktan
sonra Bakanlığa başvurarak bu il sınırları içinde turunçgil fidanı
yetiştirilmesini yasaklamasını istemiştir. Bu talep Bakanlık tarafından da
uygun bulunmuş ve bir genelge yayınlanmıştır. Fakat fidan üretimi, bir Bakanlık
kuruluşu olan Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü ve özel sektör
fidanlıklarında halen devam etmektedir. Hatta özel sektör internette Web
siteleri kurarak fidanlarını tüm ülke bazında rahatlıkla satabilmektedir.
Araştırma Kurumları açısında ele alınacak olursa, bu
kurumların etkinliğinde bahsetmek pek mümkün değildir. Cumhuriyetin ilk
yıllarında Antalya da kurulan NARENCİYE ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ yıllar geçtikçe
etkinliğini yitirmiş, turunçgil tarımının Doğu Akdeniz'e kayması ile ülke
çapında önemini yitirmiş ve bu nedenle Seracılık Araştırma Enstitüsü ile
birleştirilmiştir. Halen turunçgil tarımının % 80 i Doğu Akdeniz’de yapılmasına
karşın, bu bölgede bu tarım dalına özelleşmiş bir araştırma kurumu mevcut
değildir. Alata' da bulunan Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsünün bu konuda
istenen etkinlikte olduğunu söylemek mümkün değildir.
Ancak 1980 li yılların başında Çukurova Üniversitesi
MEYSEB kredileri ile kurulan bahçelerde yaşanan Stubborn epidemisi ile birlikte
konuya eğilerek, bugün tüm dünyada turunçgil tarımının bir numaralı sorunu olan
“ Virüs ve virüs benzeri Hastalıklarının” araştırılması başta olmak üzere bu
etmenlerden ari fidan üretimi tekniklerini geliştirmiş, belli ölçüde üretici
ile birlikte çalışma olanağını yakalayabilmiştir. Bugün ülkemiz ve bölgemizde potansiyel
tehlike oluşturan hastalıklar bilinmektedir.
Üniversite 1998 yılında yıllarca özlemini duyduğu
TÜBİTAK-ÇUKUROVA İLERİ TARIM TEKNOLOJİLERİ ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME ENSTİTÜSÜNÜN
bölgemizde kurulmasını sağlamıştır. Unutmayalım ki bu Enstitü, ülkemizde tarım
sektöründe TÜBİTAK içinde kurulan ilk ve tek araştırma kuruluşudur. Tüm
amacımız bunu uluslararası bir kuruluş haline getirmekti. Ancak benim ve
ekibimin gerek Merkez ve gerekse TÜBİTAK Enstitüsünden ayrılmamız bu
hayalimizin gerçekleşmesine izin vermemiştir. Tüm ümidim yeni ekibin bu
konudaki yarışa devam etmesidir.
Özel sektörümüzün yapısı, hepimizin bildiği gibi bir
organizasyon yoksunluğu içinde olduğu görülmektedir. 1980 yılı başında ilk
araştırma grubunu kurduğumda beni en çok üzen konuların başında özel sektör
içinde “Üretici Birliklerinin” olmayışı idi. Hemen hemen yaptığım tüm
konuşmalarda bu noksanlığı vurguladım. Hatta Üniversite içinde bazı öncü
üreticileri toplayarak teşvik ettim. İstek olmasına rağmen, bu organizasyonlara
izin veren yasal altyapının olmaması hep karşımıza engel olarak çıktı. Daha
sonra (TURUNÇGİL ÜRETİCİLERİ DERNEĞİ) TUYED kurucuları, dernekler yasasından
yararlanarak bu sorunu kısmen aşabildiler. Ancak bu sorunların çözümü anlamına
gelmemektedir. TUYED halen Adana içinde belirli üreticileri kapsayan bir
üretici birliğidir. Sorun tüm üreticileri kapsamadıkça devam edecektir,
görüşündeyim. Bugün TUYED in faaliyetlerini izlemekten maalesef yoksunum. Son
20 yıldır Birliklerin kuruluşu için uğraşmama rağmen kurulan ilk birliğin
içinde olma becerisini gösteremedim.
Üretici kesim ancak Birlikleri kanalıyla sorunlarını saptama, bunları devlet ve araştırma kurumları ile paylaşma imkanı içinde olacaktır. Ayrıca sorunlarının çözümü için gerekli olan finansmanı değişik yollardan fonlar oluşturarak sağlayabilecektir. Düşünün Adana’da sınırlı sayıda üreticilerin kurdukları bir üretici derneği bile değişik konuların tartışılması ve paylaşımına olanak tanımaktadır. Bu vesileyle dernek yöneticilerine bana bu konudaki görüşlerimi sunma imkanı tanımaları nedeniyle bir daha teşekkür etmek isterim.
Sonuç olarak gelişmiş üretim birimlerine sahip hiçbir
ülkede Üretici Birlikleri kurulmadan veya kooperatifleşmeye gidilmeden gelişme
sağlanamamıştır. Kanımca önümüzdeki en büyük engel geniş çaplı Üretici
Birliklerinin oluşturulması ve bunların bir çatı altında toplanmasıdır. Diğer
ögeler için gerekli altyapının ülkemizde olduğuna inanmaktayım.
Konunun sahibi tam olarak belirlenmediği sürece, yapılan tüm girişimler çok az etkiye sahip olacaklardır.
Konunun sahibi tam olarak belirlenmediği sürece, yapılan tüm girişimler çok az etkiye sahip olacaklardır.
Burada izniniz ile kendimden örnek vermek isterim.
1970 yılından başlayarak Üniversitenin kuruluşu ve ağırlıklı olarak turunçgil
sorunlarında çalışmakla geçti. Esas konum olan bitki patolojisi hariç yalnız
turunçgil konularında ana başlıkları ile sıralayacak olursam, uzunca bir
listenin çıktığını görürüz. 1970 li yıllarda turunçgilin önemli sorunu olan
Phytophthora ve uçkurutanın değişik sorunlarını araştırmak ile geçti. 1980 li
yıllarda turunçgil virüs ve virüs benzeri hastalık etmenlerinin ülkemizdeki
varlığı, bunların teşhisi ile uğraştık. Bu arada tüm dünya için yeni ve beyaz
sinek ile taşınan bir virüs hastalığını bularak rapor ettik. Ülkemizde Stubborn
hastalığının etmenini izole etme yanında, bu hastalık ile mücadelede neler
yapılmasını ortaya çıkardık. Ülkemizde 16 virüs ve virüs benzeri hastalık
etmeninin teşhisini yaparak, hangisinin hangi çeşitte tehlikeli olduğunu, nasıl
bulaştıklarını ortaya koyduk. En basiti bugün en küçük üretici dahi budama
makası ve aletlerini hipo ile dezenfekte etmeyi öğrendi. Kimyasal mücadelesi
olmayan bu hastalıklar ile mücadele amacıyla virüs hastalıklarına karşı
testlenmiş fidan üreterek üreticinin hizmetine sunduk. Bu arada tüm böcek ve
nematod tehdidini ortadan kaldırmak için topraksız kültürde ve böcek korumalı
seralarda fidan üretim tekniklerini ortaya koyduk. Bugün bölgemizde birçok
fidan üreticisi bu teknikleri kullanmaktadır. Yeni çeşitler ile hasat dönemini
tüm yıla yaymak için uğraş verdik ve bunda da kısmen etkili olduk. Sırta dikim,
damla sulama ve fertigasyon için sürekli konferanslarımız ve yazılarımız oldu.
Çeşitler bazında bakacak olursak Satsuma grubunun
yalnız Satsuma ovari'den (Rize) ibaret olmadığını, diğer çeşitlerin de
bulunduğunu, göbeklilerin yalnız Vaşington navelden ibaret olmadığını, bunların
erkenci ve geçci çeşitleri bulunduğunu gösterdik. Bugün Üniversite de
göbeklilerin (Navel grubu) 17 farklı çeşidi bulunmaktadır. Ayni hususlar
Valensiya grubu, limon, greyfurt ve mandarinler içinde geçerlidir. Halen
Üniversitenin elinde 100'e yakın çeşit bulunmaktadır.
Bugün ülkemizde tarımda extention servislerinin etkin
olduğunu söylemek büyük iyimserlik olur. Bu boşluğu doldurmak ve üretici ile
bire bir temasa geçebilmek için TURUNÇGİL BÜLTENİ isimli bir dergi çıkarılarak
bine yakın üretici, teknik eleman ve araştırma kurumlarına bedava olarak 4 ayda
bir gönderilmiştir. Bu dergideki konular turunçgilin tüm konularını kapsayacak
içeriğe sahipti. Ancak 1990 ların sonunda çıkan ekonomik kriz bize bu derginin
devamlı çıkmasına imkan vermemiştir. Ancak emekli olmama rağmen sizlerle
ilişkimi devam ettirebilmek için tam olarak aktif olmamasına rağmen
www.turuncgildergisi.com isimli bir web sayfası yapılmıştır.
Ülkemiz turunçgil tarımının gelişmesinde önemli katkıları olan büyük üreticiler ile sağlıklı bir işbirliği sağlayarak bölgemize getirilen yeni çeşitlerin virüs hastalıkları yönünden testlerini yaptık.
Ülkemiz turunçgil tarımının gelişmesinde önemli katkıları olan büyük üreticiler ile sağlıklı bir işbirliği sağlayarak bölgemize getirilen yeni çeşitlerin virüs hastalıkları yönünden testlerini yaptık.
Çukurova'da 33 yılım az veya çok sürekli olarak
turunçgil sorunları ile ilgilenerek geçti. 1980 yılında Stubborn epidemisi ile
birlikte kurduğum Araştırma Grubu 1990 da Araştırma Merkezine,1998 yılında
TÜBİTAK Araştırma Enstitüsüne dönüştü. Bu süre esnasında 15 Master, 20 Doktora çalışmasını
bu konularda yönettim. Bu vesileyle benimle beraber bu konularda çalışan bugün
her biri başarılı birer akademisyen olan arkadaşlarıma özverili çalışmaları
nedeniyle teşekkür ederim. Bana zaman zaman büyük destek veren bölge
üreticileri ve onların temsilcisi konumundaki kişilere şükranlarımı arz etmek
isterim. Hatta bazıları benim öğrencilerime burs vererek onları yurt dışındaki
eğitimlerine katkıda bulundular. Tüm bunlar beni motive eden ve mutluluk veren
desteklerdi.
Tüm bunları yaparken Araştırma Merkezine yapılan
yatırım 3 Milyon A.B.D. dolarından fazladır. Bunun yarısı Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı tarafından sağlanmıştır. Diğerleri projeler kanalıyla yurt içi ve
dışından sağlanmıştır. Zaman zaman Üniversitenin bana büyük kaynaklar sağladığı
söylenmektedir. Bunlara cevap olarak Üniversitenin katkısının % 2-3 ü
geçmediğini söyleyebilirim.
Düşünün tüm bu yatırımlar bölge turunçgil tarımının
çözümü amacıyla yapılmışlardır. Ancak bugün arkama baktığımda bu çalışmaları yürütecek
ve sürdürebilecek araştırıcıların artık bu birimlerde olmaması bölgenin büyük
bir kaybıdır. Halbuki turunçgil tarımının tam bir sahibi bulunsaydı, bugünkü
gelişmeler çok farklı bir yol izleyebilirlerdi.
Bu nedenledir ki, Üretici Birlikleri kurulmadıkça uzun yıllar içinde kurulan bu gibi araştırma birimleri kurumsallaşmayacaktır.
Bu nedenledir ki, Üretici Birlikleri kurulmadıkça uzun yıllar içinde kurulan bu gibi araştırma birimleri kurumsallaşmayacaktır.
Temel sorun olarak gördüğüm bu konulardan sonra
birazda Bölgemizde son yıllarda gelişen olaylara temas etmek isterim. Bunları
da genelden özele doğru ele almakta yarar vardır.
Geleceğimiz bakımından bizleri en fazla ilgilendiren
konu Avrupa Birliği (AB) konusudur. Turunçgil yetiştiriciliği bakımından güçlü
rakiplerimizin bulunduğu bu Birlik, bizlere genelde tarımda olmak üzere
turunçgilde de önemli engeller koyacaklardır. Bu nedenle AB ile tarım
konusundaki gelişmeleri ve detayda turunçgil için olacak gelişmeleri yakından
izlemek, bu konuda Ankara'yı bilgilendirmek ve aktif olarak bu gelişmelerde
yerimizi almak zorundayız. Bu nedenle bölgemizin en gelişmiş ve etkin durumda olan
“Çiftçiler Birliği” ile birlikte çalışmak bir zorunluluktur. Gelişmeler
hakkında bilgi sahibi olabilmek için bu konularda etkin olan yerli ve yabancı
bürokratları bölgemize davet ederek kendimizi bilgilendirmek ve neler
yapabileceğimizi çok iyi saptamalıyız.
Önümüzde duran önemli konulardan biride ülkemiz araştırıcılarının uzun yıllardan beri üzerinde çalıştığı ve önemli bilgi birikimine sahip oldukları sürdürülebilir tarım konusudur. Tarım ürünlerinde agrokimyasalların (gübre + ilaç ) kullanımı AB ülkelerinde çok önemli koşullara bağlanmıştır. Biz üreticiler turunçgil üretiminde bu beceriyi sağlayamadığımız takdirde ihracatımız bundan büyük zarar görecektir. Bunun yanında henüz örneği olmayan “Organik Turunçgil Yetiştiriciliğini” gündemimize almak ve neler yapılabileceğini araştırmak zorundayız. İhracatta önümüzü açmak için ürün çeşitlendirmesine gitmek bir zorunluluktur. Ayrıca gelecek 15 yıl içinde öngörülen üretim miktarına ulaştığımızda tüm üretimin sofralık olması mümkün değildir. Meyve suyu endüstrisinin gelişebilmesi için bu sanayiye uygun çeşitler ile tesis edilmiş bahçelerimiz henüz yoktur. Böyle bir konu bildiğim kadar gündemimizde yoktur.
Diğer taraftan EUREGAP uygulamaları için büyük
işletmeler dışında kalan küçük üretim birimlerde nasıl bir rehabiltasyon
yapılacağı henüz tartışılmamaktadır.
Üretimle ilgili sorunların başında hala portakallar
başta olmak üzere greyfurt çeşitlerini de tehdit eden Stubborn hastalığı
önemini korumaktadır. Bu çeşitler ile tesis edilen bahçelerin büyük kesimi bu
hastalık ile belirli oranlarda bulaşıktır. Etmen cüce ağustos böcekleri
tarafından yabancı otlardan fidan yaşındaki bitkilere taşınmaktadır. Hastalık
bölgenin tümünde ayni şiddette değildir. Bazı bölgelerde böcek daha etkin
olduğu için hastalık ile bulaşıklılık daha fazla görülmektedir. Bahçeye dikilen
fidanın sağlıklı olması hastalıktan korunmak için tam bir güvence
sağlamamaktadır. Yukarıda değinildiği gibi hastalık etmenleri vektör böcekler
ile taşındığından yeni kurulan tesisin 5 yıl süresince özellikle sonbahar
aylarında hastalık yönünde kontrol edilerek hasta ağaçların sağlıklılar ile
değiştirilmesi gerekmektedir. Bu uygulama dünyada Stubborn'un sorun olduğu
bölgelerde uygulanan en iyi yöntemdir. Ayrıca bu bahçelerde ara tarım yapılması
da bulaşma riskini artıran diğer önemli bir konudur. Bu hastalık açısından
fidan ile hastalık arasında ilişkinin iyi bilinmesi gerekmektedir. Tüm diğer
virüs ve virüs benzeri hastalık etmenleri ile % 100 taşınmasına karşın,
Stobborn % 10 - 15 oranında taşınabilmektedir. Bunun nedeni ise hastalığın
ağaçlarda homojen dağılmamasıdır. Ancak bu hastalığa duyarlı çeşit fidanlarının
açıkta yetiştirilmesi bulaşma riskini artırmaktadır.
Fidan sorunu tüm uğraşlarımıza rağmen bölgede tüm
ağırlığı ile yaşanmaktadır. Bir bahçenin ekonomik olmasında en önemli faktör
aşı gözüdür. Bunun adına doğru ve aşı gözü ile taşınan hastalıklardan ari
olması gerekir. Hemen hemen üreticilerin büyük kesimi bunu göz ardı ederek, en
ucuz fidan nereden ve nasıl alınır hesabındadır. Bu nedenle fidancılığında
Üretici Birliklerinin ele alması ve disipline etmesi gereken konuların başında
gelmektedir. Yoksa yasaklamalar ile bu gibi sorunların giderilmesi mümkün
değildir. Nitekim Mersin yöresinde fidan yetiştirilmesi Tarım ve Köyişleri
Bakanlığının genelgesi ile yasaklanmasına rağmen kendi kurumları başta olmak
üzere özel sektör dahil serbestçe fidan üretmektedirler. Bu gibi uygulamalar
bölgedeki turunçgil yetiştiriciliğini her gün daha zor hale getirmektedir. Bu
bağlamda üzerinde durulması gereken önemli konulardan bir diğer de yurt
dışından aşı gözü getirilmesidir. Defalarca diğer konuşmalarımda da değindiğim
gibi günümüz turunçgil yetiştiriciliğini tehdit eden en büyük sorun bir virüs
hastalığı olan TRİSTEZA etmenidir. Bugüne kadar dünyada 60 milyon ağacın ölümüne
neden olan bu hastalık özellikle turunç anacı üzerine aşılı portakal, greyfurt
ve mandarin çeşitlerini olumsuz etkilemektedir. Hastalık hemen hemen turunçgil
tarımının yapıldığı tüm ülkelerde mevcuttur. Yarım asır önceye kadar bu
hastalığın bulunmadığı Akdeniz havzasında ilk defa hastalık 1950 li yılların
ikinci yarısında İspanya'da görüldü, daha sonra İsrail ve en sonda Kıbrıs
adasından rapor edilmiştir. İspanya'dan getirdiğimiz 3 çeşitten ikisinde bu
hastalık bulunmuştur. Bu nedenle Üniversite tüm yeni çeşitleri Kaliforniya
çeşit üretim merkezinden getirmiş ve her seferinde yaptığı virüs kontrollarında
negatif sonuç almıştır. Ancak Kaliforniya dahil özel sektör üretim
birimlerinden alınacak aşı gözleri bizler için önemli riskleri taşımaktadır.
Dışarıdan getirilen aşı gözleri mutlaka virüsler açısından kontrol edilmesi
gerekmektedir. Bugün A.B.D. de tristeza hastalığının yaygın olduğu Florida ve
Kaliforniya eyaletlerinde anaç olarak bu hastalığa tolerant turunç dışında
anaçlar kullanılırken, hastalığın bulunmadığı Texas eyaletinde % 80 oranında
turunç kullanılmaktadır. Turunç anaçlar arasında hemen hemen tüm çeşitlerle
uyum sağlayan Phytophthora fungusu ve
toprak stres faktörlerine tolerant tek turunçgil anacıdır. Ülkemizde tristeza
virüsünün yaygın olmadığı sürece turunç anacı bizlerin işini kolaylaştıran bir
lütuftur. Ancak buna rağmen tristeza tehlikesi de göz ardı edilmeden yeni
anaçlarla ilgilenmemiz ve bunlar hakkında da bilgi olmamızda yarar vardır.
Ancak virüs taşınmasından korunmak için seralarda yapılan
fidan üretiminde başka bir tehlike bölgede etkin olacak gibi görülmektedir. Bir
akar çeşidi olan broad mite sera koşullarında fidanlara daha kolay bulaşmakta
ve ovaya yayılmaktadır. Bu akar birçok fidan üreticisi için tanınmadığından
önlem alınmamakta ve yayılmaktadır.
Hepimizin bildiği gibi yeni anaç çeşitleri bölgemizde
de popüler olmağa başlanmış ve bu husus uzmanlar tarafından da
desteklenmektedir. Genellikle Carrizo sitranj popülerlik kazanmaktadır.
Tristeza hastalık etmenine de tolerant olan bu anaç seçimi biz bitki
patologları tarafından da desteklenmektedir. Ancak burada üzerinde durulması
gereken çok önemli bir husus bulunmaktadır. Nedense bu anaç çeşidini öneren
uzmanlarda bu hususu pek dile getirmemektedirler. Üç yaprak gibi bunun melezi olan
sitranjlar da EXOCORTİS viroidine duyarlıdır. Bu hastalık etmeni ülkemiz
turunçgil ağaçlarında en fazla yaygınlık gösteren hastalıkların başında
gelmektedir. Bölgede yaygın olarak kullanılan turunç anacı bu hastalık etmenine
dayanıklı olduğu için üreticiler hastalıktan doğal olarak korunmakta ve
hastalığın varlığını bilmemektedirler. Ancak Carrizo anaçları, exocortis
viroidi ile yaygın olarak bulaşık üretimdeki ağaçlardan alınan aşı gözleri ile
aşılanacak olursa, 5-10 yıl sonra bu fidanlarla kurulan tesislerde yeni ve
üreticilerin tanımadıkları bir hastalık ile karşı karşıya gelinecektir. Carrizo
sitranjın anaç olarak kullanılmasında tüm dünyadaki kural, bunların virüslerden
arıtılmış aşı gözleri ile aşılanmasıdır.
Turunçgil üreticisinin değişmez gündem maddelerinin başında çeşit konusu gelmektedir. Ülkemizin, ihracat göz önüne alındığında en büyük eksiği Klemantin grubu çeşitlerin üretimindeki eksiğidir. Avrupa pazarının alışkın olduğu bu çeşitlerde ülkemizde henüz bir atılım görülmemektedir. Üniversitenin getirdiği ve birkaç üreticiye verdiği Marisol maalesef isteneni verememiştir. İspanya'nın hala gündeminde olan bu çeşit bu günlerde bunun bir mutasyonu olan ve Marisol'e göre meyve kalitesi daha iyi olan Lorenta çeşidi ile yer değiştirmektedir. İspanya nın klasik klemantin çeşitleri ülkemize getirilerek üretici ile buluşturulamamıştır. Konuşmamın başında sözünü ettiğim büyüme trendi göz önüne alındığında bu çeşitlerin ivedilikle bölgemize getirilmesi bir zorunluluktur.
Portakallardan göbekli (Navel) grubunda yaygın olarak
Vaşington, ülkemizde bilinmeyen ismi ile Parent çeşidi yaygındır. Üniversite,
Bakanlığın 1960 yıllarda getirdiği Frost çeşidini isteyen birkaç üreticiye
vermiştir. Eskiden erkenciliği için bölgemizde yetiştirilen Thomson son
yıllarda tamamen önemini yitirmiştir. Son yıllarda erkenci ve geçci navel
çeşitlerine talep başlamıştır. Üniversite son yıllarda erkencilerden Navelina
ve geçcilerden Lanalate ve navalate çeşitlerini kısıtlı oranlarda dağıtımını
yapmıştır. Son yıllarda yine geçci çeşitlerden Spring den bahsedilmektedir.
Ayrıca renkli navel olarak bilinen Cara cara çeşidi az sayıda üretici
tarafından tesis edilmiştir. Bunlara ilave olarak benim erkencilerden
önereceğim çeşit Fukumoto'dur. Bunun navelina yanında ülkemizde yaygınlık
kazanması gerekmektedir. Turunçgil endüstrisini geliştirmek isteyen birçok
ülkenin gündeminde olan bir çeşittir.
Yıllar önce büyük dirençle karşılaşan Valensiya grubu
portakallardan bölgemizde en yaygın yetiştirilen çeşit Valensiya late'dir.
Bunun yanında Şubat Mart aylarında yetişen Valensiya midknight çeşidi belirli
oranda yetiştirilmektedir. Ancak Kaliforniya'nın gündeminde olan Rohde red,
Olinda gibi Valensiya çeşitleri ülkemizde bilinmemektedir. K.K.T.C. AB'ye girdikten
sonra Kıbrıs valensiyası ülkemize gelmeyeceği gerçeğini de düşünmekte yarar
vardır. Bu çeşitler ülkemizde mevcuttur.
Turunçgil meyve suyu sanayisi için gerekli çeşitlerde
ülkemiz çeşit koleksiyon parsellerinde bulunmaktadır.
Klemantin dışı mandarin çeşitleri üretiminde ülkemizde
de bir zenginlik görünmektedir. Satsuma grubundan en yaygın olanı bölgemizde
Rize olarak bilinen Satsuma ovari çeşididir. Bunun yanında erkenci çeşitlerden
Okitsu, Clausellina'ya göre daha yaygın olarak yetiştirilmeğe başlanmıştır.
Bunun yanında dış kabuk rengi daha koyu olan Satsuma ovari'ye göre 5-10 gün
daha erkenci olan Debashi beni Satsuma çeşidi Ege bölgesinde denenmeğe
başlanmıştır. Bu gruptan da ülkemize getirilmesi gereken başka çeşitlerde
bulunmaktadır.
Aralık-Ocak aylarında hasadı yapılan Robinson ve Nova
mandarin çeşitlerinde ağırlık ikincidedir. Ancak gerek meyve çatlaması ve
gerekse yer seçiciliği bakımından Nova üreticiyi kısmen ürkütmüş çeşitlerden
biridir. Fremont dünyada yaygın olarak bölgemizde yetiştirilmektedir. Gerek
zaman zaman Arap ülkelerine ihracat imkanı gerekse iç pazarın tüketmesi
nedeniyle hala küçük üreticiler tarafından sorulan bir çeşittir.
Şubat ayından itibaren mandarin bakımından pazarda bir
boşluk doğmaktadır. Üreticiye verilen Fortune çeşidi maalesef beklenen
performansı sağlayamamıştır. İspanya'da üretimi yapılan bu çeşitte bölge başarı
sağlayamamıştır.
Üniversitede bulunan Ellendale ve Ortanique ümit var
görülmektedir. Bunlardan birinci Şubat, ikincisi Mayıs ayında hasat
edilmektedir. Bunun yanında bir Ortanique seleksiyonu olan ve Kıbrıs'ta yetişen
Mandora çeşidinin bölgemizde denenmesinde yarar vardır. Bunun çekirdeksiz olanı
bulunmuş, Üniversiteye getirilerek arıtılmıştır.
Son iki yıldır bölgede yeni limon çeşitlerine olan
ilgide artmaya başlamıştır. Bildiğiniz gibi bölgemizde yaygın olarak
Enterdonat, Kütdiken ve Meyer çeşitleri yetiştirilmektedir. Soğuğa diğerlerine
göre daha dayanıklı olan Meyer çeşidi büyük oranlarda ihraç edilmemesine karşın
iç talebin yüksek olduğu bir çeşit konumundadır. Son yıllarda Euraka limon
çeşidi adından en fazla söz ettiren bir çeşittir. Ancak Euraka limon çeşidine
karar vermede yeni Lizbon grubu çeşitlerinden Limoneria çeşitleri hakkında
bilgi edinilmekte yarar vardır.
Etiketler: Araştırma merkezi, Birlikler, Çukurova Üniversitesi, Turunçgil tarımında gelişmeler, Yeni turunçgil çeşitleri
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa