16 Nisan 2018 Pazartesi

AKRABALARIMI ARIYORUM !!!


Gelin sizi bugün dünya üzerinde yaşayan tüm varlıklar arasında bulunan inanılmaz ilişkiyi farklı açılardan ele alarak, değişik boyutlarda bir geziye çıkarayım. Biz biyokimyacılara daha başlangıçta anlatılan bir husus, beni daima değişik düşüncelere götürmektedir. Dünyada yaşayan varlıklardan biri olan insanoğlu ile diğer canlıların ortak noktaları nelerdir, bunu hiç düşündünüz mü? Diğer bir soru akrabalık nedir? Belirli genlerin atalarımızdan bize irsiyet yoluyla geçmesidir. Ama bugünkü bilim ve teknoloji çağı, diğer ifadeyle canlı mühendisliği teknikleri, istenirse insan dahil tüm canlılara istediği canlıdan gen aktarabilecek düzeye gelmektedir. İnanıyorum ki, gelişmiş ülkeler bu yöndeki projelerini kapalı kapılar ardında uygulamaya koymuşlardır. Bu açıdan bakıldığında, bizler gelecekte diğer canlı genlerini de taşıyabileceğiz. Bugüne kadar canlılar âleminde gen transferi yalnızca seksüel uyum içinde bulunan bireyler arasında gerçekleşmekteydi. Bugün öncelikle mikroorganizma ve bitkilerde bu bariyerin ötesinde genetik mühendisliği teknikleri ile seksüel bariyer aşılmış ve istenen karakterler istenen canlıdan alınarak, istenen diğer canlılara aktarılmağa başlanmıştır.
Tüm bunlara geçmeden önce tüm canlılar arasındaki mevcut olan ortaklıkları açıklamak isterim. İster tek hücreli ister çok hücreli organizma olsun, hepimizdeki metabolizma yolları aynıdır. Buna ilave olarak genleri oluşturan 4 farklı nükleotid tüm canlılarda aynıdır. Genlerimizi oluşturan kodlar aynıdır. Ayrıca besin maddelerinden bünyelerimizde ürettiğimiz enerji formu aynıdır. Bu birliktelikler ayni zamanda son yıllarda tartıştığımız evrimin temel taşlarıdır.
Tüm makalenin çıkış noktası bu birlikteliktir. Bu açıdan düşündüğümüzde tüm canlılar arasında çok yakın bir birliktelik söz konusudur. Evrim esnasında canlılar yaşam ortamlarına uyum için bazı genlerini kullanmazken, bazılarına ise sürekli görevler yüklemiştir.
İnsanoğlu var olduğundan beri ölümden sonraki bilinmeze kafa yormuştur. Bunlardan en geçerlisi ruhun varlığı ve ölümden sonraki yaşama geçişin şekli olarak yorumlayabiliriz. Bazı inanışlarda ölümden sonra başka varlıkların bedeninde dünyaya gelme inanışı vardır. Bu inanış şekillerini artırabiliriz. Ancak benim sizleri götürmek istediğim düşünce yolu, canlılar arasındaki biyokimyasal birliktelikten hareket ederek, canlıların birbiri ile akrabalık bağları üzerinde düşünce üretme şeklinde olacaktır.
Düşününüz, canlılar yaşadıkları süre içinde tüm organlarının bir değişim yaşı vardır. Örneğin bizlerde pankreasta hücre değişimi günlerle sayılırken, bu olay mide de haftalarla ifade edilmektedir. Genlerimizde ayni değişimin içindedir. Vücut veya daha geniş anlatımıyla organizma bu işlevi yerine getirebilmek için yapı taşlarına ihtiyaç vardır. Peki, bunlar nerelerden sağlanmaktadır. İnsan veya hayvan organizmasını düşünürsek yiyecek dediğimiz bitki veya hayvansal ürünlerin tüketilmesi bu ihtiyacı karşılamaktadır. Bitkilerde ise topraktan aldıkları mineral ve havadan aldıkları karbondioksit ve güneş ışığı enerjisini kullanarak ürettiği besin maddeleridir. Canlılar arasında çok düzenli bir besin zinciri kurulmuştur. Genlerin yenilenmesinde bu kaynaklardan aldığımız nükleotid veya bunun yapı taşları kullanılmaktadır. Yani kısaca tüm canlılar ayni ortak kaynakları kullanarak hayatta kalabilmektedir. Örneğin bir mikroorganizma veya bitki fosforu element olarak doğadan alırken, daha gelişmiş organizmalar bunu fosfotidler veya onların yapı taşları olarak bitkisel veya hayvansal gıdalardan karşılamaktadırlar.
Acaba organizmayı oluşturan ve enerji ve yapıtaşları olarak kullandığımız maddeleri ayni besin havuzundan alması, canlıları birbiri ile genetiğin ötesinde bir akrabalık bağı yaratabilir mi?
Akrabalık daha çok canlının sahip olduğu özellikleri veraset yoluyla aktarılması ile ilişkilidir. Canlının sahip olduğu özellikler yerine onu oluşturan maddesel yapılara ve enerji açısından akrabalık aradığımızda ise, tüm canlılar birbiri ile büyük benzerlik kurabilmektedir. Yani ben dağdaki bir çam ağacı veya denizdeki bir balık veya bir bira mayası hücresi ile akraba olabilir miyim? Çünkü tüm canlılar ortak besin maddelerini ortak metabolizma yollarında değerlendirerek yaşamları için yapı taşları ve enerji üretmektedirler. Dün bir mikroorganizmanın yapısı içinde bulunan bir fosfotid yarın bundan beslenen diğer bir canlının yapısında olacaktır. Hatta genleri oluşturan nükleotidler dahi böylece canlıdan canlıya gezecektir. O zaman sormak istiyorum, senin göz rengini oluşturan genin yapımında kullanılan Guanin nükleotidinin kaynağı nedir? Onu bir bitkiden mi, akşam yediğin kuzu pirzolasında mı, yoksa sabah içtiğin sütten mi aldın? Hepsi olabilir, sonuçta tüm canlılar ayni metabolizmayı ve ayni yapı taşlarını ayni besin havuzundan kullanmaktadırlar. Bu işlem tüm canlı âleminde bir süreklilik içinde, canlıların dünyamızda var olduğundan beri belirli bir düzen içinde devam etmektedir.
Ben canlılar arasındaki akrabalığı genler düzeyinde değil, geleceğin genetik biliminin açtığı pencereden bakarak, genleri oluşturan yapı taşları üzerinden kurgulamağa çalıştım. Böyle düşündüğümüzde hayatın sürekliliğini daha iyi algılama olanağımızda doğmaktadır. Çünkü gelecekte canlı mühendisliği bilimi, canlı tasarımında çoktan geliştirmeğe başladığı gen bankalarını kullanacaktır. Genetik bilimindeki bu gelişme çok uzak olmayan gelecekte, bazı karakterlerin, yani genlerin de laboratuvar düzeyinde yapımına da olanak verecektir. Nitekim yapay olarak hazırlanan bir genom bir mikoplazma hücresine yüklenmiş ve hücre yaşamını bu genetik bilgilerle sürdürme başarısını göstermiştir.  Zaten bilimsel becerilerimiz o düzeye ulaştığında, çağımıza isim verenlerden ikinci gelişme olan elektronikte vazgeçilmez unsurlardan çiplerin biyolojik olarak tasarlanması mümkün olacaktır.
Genetik biliminde gelinen gelişme ve yakın gelecekte ulaşacağı aşama içinde bu olayları düşündüğümüzde, olanaksız gibi gelse de, ben gelecekte beni oluşturacak genleri atalarımdan değil, bir laboratuvarda beni tasarlayan bir canlı mühendisinin çalışmasından alacağım. O mühendis beni o toplumun çıkarı doğrultusunda planlayacak ve yaşama getirecektir. Bu şekilde düşündüğümüzde de bugün insanoğlunun birçok değeri, hatta üzerinde tartışma dahi yapamayacağı dogmalarının sonu gelmektedir.
Neden böyle düşünüyorum? Belki, canlıya daima hücre ve moleküller düzeyinde bakmam, canlı mühendisliğinin inanılmaz gelişmesi, ayrıca son yirminci yüzyılda başlayan dünyanın önlenemez nüfus artışı ve doğanın inanılmaz tahribatının yakın zamanda gerçekleştireceği felakete inanmam ve insanoğlunun son asırda bilimdeki inanılmaz buluşları ve maratonu, bunun nedeni olabilir. İnsanoğlunun bir taraftan aşırı çoğalması ve tüketim iştahı ile bir yılda doğaya 10 yılda verebileceği tahribatı yapması, dünyamızda dengelerin düzelemeyecek şekilde bozulması sonucu yaşanacak felaketler, dünya nüfusunu olumsuz etkileyecek ve dünya dengelerinin bozulduğu ortama, ancak genetiği değiştirilmiş bireylerin uyum sağlayabileceği gerçeğimdir.
Bu makaleyi okuyan ve ne dediğimi anlayanların beni hayalperest olarak tanımlamaları ihtimalinin oldukça fazla olacağı bilicindeyim. Bu nedenle makalenin yarı bilim kurgu olarak okunması ve algılanması gerekir. Ancak unutmayınız ki dünyamızdaki bozulma, bugünkü aşırı tüketim arzusu azalmadığı sürece, insanoğlu hızla bu son istasyona yaklaşacak ve bu da bizim ve belirli düzen içinde olan yaşamın felaketi olarak sonuçlanacaktır.
Bu şekilde birazda bilim kurgu yapısı içinde anlatmağa çalıştığım olay, benim, insanoğlunun büyük bir felaketten sonra tekrar var oluş şeklini, son asırda genetik biliminde yaşanan gelişmeler açısından çözümleme eksersizlerimden biridir.




Etiketler: , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa