31 Ocak 2018 Çarşamba


21. Yüzyılda tarımın geleceğini ve evrileceği yönü anlayabilmek için yirminci Asrın son 2. Yarısındaki gelişmelere bakmak ve onları anlamak gerekir. Bu ikinci dönemde tarımdaki araştırmalar yavaş yavaş hücresel ve metabolizma temeline indirilerek araştırılmaya başlanmıştır Örneğin bitki patolojisinde patolojik fizyolojik çalışmalar 1950'den sonra başlamış hızla gelişmiştir. Bunun yanında bitki fizyolojisi ve metabolizması daha detaylı mol
eküler ve hücre organelleri bazında araştırmaya başlanmıştır. Ayrıca protein ve enzim paternleri kullanılarak canlılarda biyokimyasal tanılar geliştirilmiş ve bu zamanla DNA düzeyine indirilmiştir. Yirminci asrın sonuna doğru 1980'de moleküler biyolojinin gelişmesi sonucu 1990'da ilk defa genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) tarımda kullanılmaya başlanmıştır.
Böylece tarımda, bitkisel ve hayvansal organizmaların insan çıkarı doğrultusunda moleküler temelde değiştirilerek kullanılması yolu açılmıştır Bu nedenle günümüz tarımını anlayabilmek ve 21. Yüzyılda gideceği yönü tam manası ile görebilmek için artık canlıya moleküler düzeyde bakmanın ve o yönde neler yapılabileceğinin ortaya çıkarılması gerekmektedir. Nitekim 2000 yıllarının daha başında genetiği değiştirilmiş organizmalar yerine genetiği düzenlenmiş organizmalar yer almaya başlamıştır. Bu bakımdan tarımcılar olarak canlıyı atomdan başlamak suretiyle molekül, hücre organelleri, metabolizma yolları düzeyinde çok iyi anlamamız gerekmektedir. Bunun dışında tarım pratiklerin de ortaya çıkan gelişmeler önümüze yepyeni bir tarım ufuk açmaktadır.
Biyoteknoloji ve nesnelerin interneti kullanımı devreye girmeden önce 20. yüzyılda dünyamızda hızla artan nüfusu beslemek için tarımsal girdi ve uygulamaları konularında yoğun araştırmalar sonucu yeşil devrim yaratılmıştır.
Yeşil Devrim, 1940'lar ile 1970'lerin sonu arasında bir dizi araştırma, geliştirme ve teknoloji transferi sürecinin tanımıdır. Özellikle 1960'ların sonlarından itibaren, dünya çapında tarım üretimi artmıştır. Bir milyardan fazla insanı açlıktan kurtaran girişimler, pratikte hububatların hastalıklara dayanıklı, yüksek verim veren çeşitlerinin geliştirilmesi, sulama altyapısının genişletilmesi, yönetim tekniklerinin modernizasyonu, hibrit tohumların dağılımı, sentetik gübreler ve zirai mücadele ilaçların kullanımıyla ilgiliydi.
Sentetik azot, madenlerden çıkartılan fosfat kayası ile birlikte, pestisit (tarım ilaçları) ve mekanizasyon kullanımı, büyük ölçüde 20. yüzyılın başlarında üründe verimliliği artırmıştır. Artan yem ürünleri hayvancılıkta üretim artışına yol açmıştır. Ayrıca, küresel verim artışları 20. yüzyılda, pirinç, buğday ve mısır gibi temel gıda çeşitlerinde yüksek miktarda olması, Yeşil Devrim'in büyük başarısı olarak yaşandı.  Yeşil Devrim, (pestisitler ve sentetik azot dahil) agrokimyasal teknolojilerinin ürünlerini gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere ihraç etti. 20. Yüzyılın başında artan nüfusu beslemek ve giydirmek için tarım yapılan toprakların yetersiz olacağı görüş ve endişesi yeşil devrim teknolojileri ile aşılmıştır.
Ayni soru ve endişe bugünde insanoğlunun savaştığı konuların başında gelmektedir. FAO 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyara yaklaşacağı hesabıyla, dünya nüfusuna yeterli ve kaliteli gıdayı üretmenin plan ve girişimlerini yapmaktadır. Tarım, yeşil devrimi arkada bırakarak nesnelerin interneti (fiziksel nesnelerin birbirleriyle veya daha büyük sistemlerle bağlantılı olduğu iletişim ağıdır.) ve biyoteknolojinin sunduğu yeni teknolojilerle bu sorunu aşmanın çalışma alanı haline gelmiştir.
Burada özellikle bir konunun üzerinde durmak isterim. Yukarıda da görüldüğü gibi tarım sektörler içinde en yoğun teknoloji kullanan sektörlerin başında gelmektedir. Bilim ve teknolojinin dünyada önderliğini yapan ve bilimde gelişmiş olan ülkeler bunun bilincinde olup, politikaları ve çalışmalarını bu alanda yoğunlaştırmasına karşın, 2050 deki nüfus patlamasına en büyük katkıyı sağlayacak gelişmekte ve gelişmemiş ülkeler bu konuyu hiç dert edinmemekte ve gündemlerine dahi almamaktadırlar.
21. Asırda tarım ve gıdayı etkileyecek çok sayıda bilim dalı veya disiplini bulunmaktadır. Bunlardan önemli olan bazıları aşağıda gösterilmiştir:
·        Akıllı malzemeler
·        Robotlar
·        Özerk mikro-robotlar
·        Sensör teknolojisi
·        Bilgi teknolojisi
·        Biyoinformatik
·        Akıllı tarım
·        Yenilenebilir enerji
·        Biyo-arıtma ve biyoyakıtlar
·        Gen teknolojisi
·        Sentetik biyoloji
·        Protein kimyası
·        Gıda tasarımı
·        Su ürünleri yetiştiriciliği
·        Dikey tarım
·        Koruma teknolojisi
·        Ulaşım teknolojisi
·        İklim değişikliği

Yukarıdaki konuları incelediğimizde temel biyoloji dalları yanında, organik kimya, nesnelerin interneti, robot ve sensör mühendisliği, tarımsal yapılar, meteoroloji gibi çok değişik uzmanlık dallarının yer aldığı görülmektedir. Bir tarafta akıllı tarım uygulamaları ile tarım aletleri, akıllı malzemeler, sensörler ile geleneksel tarımın yeni uygulama tanımları yapılırken, diğer taraftan sentetik biyoloji gibi in vitro koşullarda üretim şekilleri planlanmaktadır. Bu nedenlerle 21. asrın tarımını uygulayabilmek için artık köylülük değil, interdisipliner alanda uzmanların geliştireceği tekniklerin eğitilmiş çiftçiler tarafından uygulanması gereği ortaya çıkmaktadır. Başaramasak, bugün gibi yarında bu teknolojileri geliştiren ülkelerin pazarı olmaya devam ederiz. En önemlisi insanoğlunun en büyük gereksinmesi olan gıda bakımından bu ülkelere bağımlı yaşamak zorunda kalırız.

Etiketler: , ,

29 Ocak 2018 Pazartesi

TARIM VE BİYOLOJİ

Tarım biyolojinin uygulama alanıdır. Biyoloji kapsamı içinde yer alan biyokimya, moleküler biyoloji, genetik, botanik, hücre biyolojisi, ekoloji bilinmeden TARIM EĞİTİMİ olamaz. Bugün ülkemizin ana konularından olan fakat bu konuda hiçbir girişimin olmadığı ülkemizde, yakın zamanda tarımda ortaya çıkacak yenilikler dahi takip edilemeyecektir. Tarım teknolojileri bize dün olduğu gibi bugün ve yarında hep bilinmezler içinde kalacaktır.
20. yüzyılın içinde yeşil devrimi yaşamış olan tarımda insanoğlunun beslenme ve örtünme gibi gereksinmeleri karşılayacak olan bitkisel veya hayvansal organizmalara yaklaşım tamamen değişmiştir.  Bugünkü tarım faaliyetlerinde canlılardan yararlanabilmek için bunların fizyolojik olarak yönetilmesi gerekir. Konuya bu şekilde baktığımızda tarımda gerek bitki ve gerekse hayvansal materyalin yani canlının hücresel ve moleküler düzeyde fizyolojik olarak yönetimi gerekir. Konu bu kapsamda ele alındığında bu işleri yapacak olan kişinin yani Ziraat Mühendisi, gıda mühendisi veya veterinerin canlıya müdahale edebilmesi için biyoloji bilim şemsiyesi altında aşağıda topladığımız ana bilim dallarında yetişmiş olması gerekir. Diğer makalelerimde de vurgulandığı gibi Bahçe ve Tarla bitki yetiştirme ve ıslahı dallarında, Gıda mühendisliğinde ve Bitki koruma bölümde lisans ve yüksek lisans yapacak kişilerin biyoloji ve biyolojinin kapsadığı bilim dallarında çok iyi yetişmiş olması gerekir. Bu mesleklere veteriner, sağlık, mikrobiyoloji ve biyoloji temelli diğer meslek alanlarını katmak gereklidir.
Biyoloji, ekolojiden moleküler biyolojiye kadar yayılan bilim dallarını bünyesinde toplayan ve hayatı konu alan bir bilimdir. Biyologlar yaşayan organizmaların yapısı, işlevleri, gelişmeleri, orijinleri, evrimini ve dağılımlarını inceler. Biyoloji şemsiyesi altında her biri kendi alanında özgün en az 9 çalışma alanı bulunmaktadır. Biyolojini kapsadığı bilim dalları özet olarak aşağıda verilmiştir:
1.   Biyokimya, yaşamın yapı taşları olan maddeleri inceler,
2.   Botanik, tarım dahil bitki bilimidir,
3.   Hücre Biyolojisi, yaşayan varlıkların temel hücre birimlerini inceler,
4.   Ekoloji, organizmaların çevre ile ilişkisini konu alır,
5.   Evrim biyolojisi, zaman içinde yaşam çeşitliliğinin kökeni ve değişimleri üzerinde çalışır,
6.   Genetik, kalıtımı konu alır,
7.   Moleküler biyoloji, biyolojik molekülleri inceler,
8.   Fizyoloji, organizmalar ve onun parçalarının işlevlerini inceler,
9.   Zooloji, hayvan davranışları dahil, hayvanları inceler.
Bu çok geniş kapsamlı bilim alanlarına ek olarak, bu alanlar birbiriyle örtüşen ve ilişkili olan bilim dallarıdır. Evrim, fizyoloji ve ekoloji alanlarında bilgi sahibi olmadan, zoolojiyi incelemek mümkün değildir. Diğer taraftan biyokimya ve moleküler biyoloji bilmeden, hücre biyolojisini araştırmak hemen hemen imkansızdır.
Konuları anlama ve biyolojinin yapısı
Biyolojinin tüm bilim dalları, yaşayan varlıklar kapsamında aşağıdaki 5 anlayış yapısı içinde birleşmişlerdir. Biyolojinin cazibesi bu 5 ilkenin tüm canlıları kapsaması içinde saklıdır. Prokaryotlardan insanlara kadar bu 5 değişmez ilke, biyolojide bilim insanlarına ütopyanın gerçekleşebileceğini göstermiştir. Canlıyı adım adım keşfederek, onu insanoğlunun istekleri doğrultusunda dizayn edebileceği düzeye gelmiştir. Çünkü bunun için gerekli organik yapı taşlarını keşfetmiş ve onları in vitro koşullarda yapabilme kabiliyetini göstermiştir. Canlı mühendisliği disiplini içinde yaratıcılığa soyunan insanoğlunun önüne biyolojinin tarım, sağlık, gıda gibi ekonomik alanlarda açılan kapıdan önce kapital girerek, uluslar arası sermaye daha işin başında genetiği değiştirilmiş organizmaları tüketime sokarak büyük bir kargaşa yaratmıştır. Bu gibi doğrudan canlılara dolayısıyla insanlara ve ekolojiye olumsuz etkilerden kaçınmak için öncelikle çok yeni olan bu bilim dalında, bilim adamlarına yeterli zamanı tanımak ve akıldaki tüm sorulara olumlu yanıt alındıktan sonra bu teknolojileri devreye sokmak daha akılcı olacaktır. Bu 5 düşüncenin ayrıntılarını incelemek biyolojik araştırmaların sonsuz cazibesini sağlar:
Hücre teorisi. Hücre teorisi için 3 farklı yaklaşım vardır.
·         Hücre yaşamın temelidir.
·         Tüm yaşayan varlıklar hücrelerin kompozisyonundan oluşur.
·         Tüm hücreler daha önce var olan hücrelerden meydana gelir
Enerji. Tüm yaşayan varlıklar enerjiye gereksinim duyarlar. Biyolojik enerji formu ATP dir ve enerji organizmalar arasında ve organizma ve çevre arasında akıcıdır.
Kalıtım tüm yaşayan hücreler, tüm hücrelerin yapı ve işlevlerini kodlayan
DNA ve genetik enformasyonları sahiptirler.
Denge tüm yaşayan varlıklar, organizma ve çevre arasında dengelenmiş bir kararlılık durumu olan homeostasis (Homeostasis canlının vücudunda gerçekleşen her türlü değişikliğe karşı var olan dengenin korunmaya çalışılmasıdır. Hücrelerden gereksiz fazla ve zararlı maddelerin uzaklaştırılarak iç çevrenin dengeli bir durumda kalmasına homeostasis denir. Bu sayede organizma sağlıklı bir biçimde yaşamını sürdürür.) yapısı içinde olmak zorundadırlar.
Evrim bu biyolojinin birleştirici genel kavramıdır. Evrim biyolojik çeşitliliğin zaman içindeki değişim motorudur.


Burada ilk 3 alan biyoteknolojinin çılgın çalışma konuları olmuştur. 

Etiketler: ,

23 Ocak 2018 Salı

TARIM VE TÜRKİYE



Uzun yıllar tarımda çalışan bir akademisyen olarak duyduğum en büyük sıkıntı gerek kamuoyu ve gerekse değişik yönetim katmanlarında tarımın çok yanlış anlaşılması ve algılanması idi. Hatta bu kategoriye TÜBİTAK, Üniversiteler gibi çok üst bilimsel kuruluşları da dahil edebilirim. Bunun tek nedeni de tüm dünyada teknolojilerin en yoğun şekilde kullanıldığı tarım sektörünün, ülkemizde bahçıvanlık veya çobanlık olarak algılanmasıdır. Tarım Bakanlığı tarımı yıllarca köylü tarafından yapılan bir iş olarak gördü ve politikalarını hep bu görüş açısına göre oluşturdu. Aşağıda tarım ve ülkemizi, ana hatları ile irdelemeğe çalışacağım.
Ülkemiz açısından tarımı ele aldığımda, tüm toplum olarak sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim. Bu konuda uzun yıllar gerek bilimsel ve gerekse tarım pratiğinde çalışan bir akademisyen olarak üretim, araştırma ve eğitim açısından tarıma gereken ilgi ve özeni gösterdiğimiz görüşünde değilim. Çünkü gerek devlet, gerekse hükümet ve kamuoyu olarak tarımı daima bir köylü uğraşı olarak ele aldık ve hiçbir zaman tarımın gelişmesi için gelişmiş ülke politikaları ve çalışmalarına bakarak gerekli olan politikaları üretemedik. Bugün dahi hala tarımı içerdiği ögeleri görmeden, hatta düşünmeden, bitkisel ve hayvansal ürünlerin yetiştirilmesi olarak ele almaktayız. Ancak burada sizlere ülkemiz açısından bir fotoğraf ortaya koymak isterim. Gerçekten Türkiye, ekolojik zenginlik açısından dünyadaki ender ülkelerden bir tanesidir. Hemen hemen tropik hariç tüm ekolojileri bünyesinde barındırmaktadır. Yani çok büyük bir tarımsal potansiyele sahiptir.  Bu gerçeği belirttikten sonra hepimizin bilgisi içinde olan ülkemiz ile İsrail arasındaki bir karşılaştırma yapmak isterim. İsrail suyu son derece kıt iklimi tekdüze, kısaca tarımsal potansiyeli son derece düşük bir çöl ülkesidir. Ama İsrail kuruluşundan itibaren Kibutzlar ile modern tarımın öncülüğünü yaparken, tarım teknolojileri alanında araştırma ve yarattığı teknolojiler ile dünya liderleri arasında yer almaktadır. Bugün tüm dünyaya tarım teknolojileri ihraç eden ve üretim danışmanlığı yapan bir ülkedir. Ülkemizde uzun yıllardan beri İsrail tarafından üretilen bilgi, teknoloji, tarımsal alet ve ekipmanları, genetik materyali, agrokimyasalların satın alan önemli pazarlar arasındadır.  
Konuya bu açıdan baktığımız zaman, yukarıda da belirttiğim gibi bir ülke olarak tarımsal faaliyetler açısından gerekli bilimsel özeni ve bilinci ne kamuda ne de Üniversitelerimizde gösteremedik. Ancak bir gerçeği de gözden kaçırmamak gerekir. Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım ele alınan sektörlerin başında gelerek, uzman ihtiyacı için yurtdışına eleman gönderildiğini ve ikinci dünya savaşında ülkemize sığınan Alman bilim adamlarının ilk olumlu adımlarını unutmamak gerekir.  Nitekim son yıllarda bundan 2-3 on yıl önce övündüğümüz, Dünyada kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri olma özelliğimizi tamamen yitirdik. Gerçi o zamanda kendi kendini besleyen bir ülke değildik. Çünkü gerek genetik materyaller,  gerekse bitkisel ve hayvansal üretimin gerektirdiği agrokimyasallar açısından tamamen dışa bağımlıydık. Genetik materyal açısından dün olduğu gibi bugünde dışa bağımlı bir üretim sistemine sahibiz. Bunlara ilave olarak dışa bağımlıda olsa yürüyen üretim sistemimiz son yıllarda onarılamaz halde bozulmuştur. Bugün ülkemizde temel hayvansal ve bitkisel ürünlerin çoğu artık ithal yoluyla temin edildiğine göre rahatlıkla söyleyebilirim ki, tarımsal üretim açısından ülkemizi başarılı saymak pek mümkün değildir. Burada, Türkiye’de bilinmeyen bir başka temel gerçeği de hatırlatmak isterim. Tüm sektörler arasında en yoğun teknoloji kullanan sektör tarımdır. Bu tanım ve kavram bize oldukça yabancıdır. Çünkü bugüne kadar tarımı daima bahçıvanlık veya çobanlık olarak öngördük ve üretim plan ve programlarımızı bu bakış açısı içinde ele aldık. Bugün dahi üretim planları ve programları bilimsel olmayan ve yaşadığımız çağın gerçekleri ile örtüşmeyen bu düşünce ile ele alıp çözümler üretmeğe çalışmaktayız. 21. Yüzyıl gerek küresel ısınma ve gerekse ekolojinin zaten büyük zarar görmüş olması, ayrıca 1950'den 2050'ye kadar bir asır içinde Dünya nüfusunun dörde katlanacak olması, artık tarımı tamamen değişik bir perspektiften ele almanın zamanı geldi ve geçmektedir. 20. Yüzyılın son çeyreğinde biyoteknolojide yapılan büyük atılımlar, moleküler biyoloji alanındaki gelişmeler, üretimde kullanılan genetik materyalin hücresel, hatta moleküler düzeyde ele alınması gereğini ortaya koymaktadır. Nitekim 20. yüzyılın ortalarında ıslah çalışmalarında hibrit çalışmalarıyla ileri tarım teknolojilerine sahip olan gelişmiş ülkelerin tüm dünya pazarlarını ele geçirmesi sonucu, tarım genetik materyaller bakımından küresel sermayenin emrine girmiş bulunmaktadır. Bundan kendini koruyabilen ülkeler tarım teknolojilerini geliştiren ve onlarla üretim yapabilen gelişmiş ülkeler konumdadır. Bu tablo 1990 yılından itibaren ıslah çalışmalarına genetik mühendisliğinin ithal edilmesi ile çok daha belirgin hale gelmektedir. 1990 Yılına kadar ıslah çalışmalarında arzu edilen genetik özellikleri istenen canlıya aktarmak, ancak eşeysel olarak birbirine uyumlu olan canlılar arasında düzenlemek mümkündü. Ama genetik mühendisliği artık eşeysel uyum bariyerini ortadan kaldırmış, istenen canlıdan istenen canlıya gen aktarımını mümkün hale getirmiştir. Bunun yanında 2010 yılı ile beraber yepyeni bir teknoloji daha ortaya çıkmıştır. Dünya son 30 yıl içinde genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) tüketimde ortaya çıkaracak sorunları tartışırken, büyük olasılıkla bu problemi ortadan kaldırabilecek CRISPR teknolojisi olarak adlandırılan yeni bir gen teknolojisi (Gen düzenleme), bu alanda yeni bir çığır açabilecek potansiyelde görünmektedir. Bu, genetik mühendisliğinde yeni bir dönemin açılmasını ifade etmektedir. Artık bu yeni teknolojide herhangi yabancı bir organizmadan gen aktarımı yerine, organizmanın kendi genleri içinde düzenleme yapmak söz konusudur. Bu, çok yeni bir teknoloji olup çok ileri ülkelerde bazı ürünlerde kullanılmaya başlanmıştır. Temelde dünya kamuoyunun gen düzenlemelerini tıp alanındaki gelişmeler olarak duyması ve izlemesi daha mümkündür. Çünkü insanoğlu beslenmeden çok sağlık ile ilgili haberlere eğilimli ve meraklıdır.
Son yıllarda akıllı tarım adı altında bugün için yeni denebilecek teknolojiler kullanılmağa başlanmaktadır. Böylece gıda üretimi için oldukça değişik, bir kısmına yabancı olduğumuz yeni teknolojiler kullanılmaya başlanmış ve hemen hemen bu teknolojilerin tümü, gelişmiş ülke laboratuvarlarının yarış alanı haline gelmiştir. Bu gelişmeler üretim teknikleri yanında, tarımsal eğitim ve araştırmalarına yeni boyut kazandırmağa başlamıştır. Yeni teknik ve teknolojiler robot ve sensör teknolojileri, dronlar, akıllı malzemeler, biyoinformatik, gen teknolojileri, gıda tasarımı, sentetik biyoloji, topraksız kültür, GPS ve dikey tarım olarak sayılabilir. Buraya nesnelerin internet kullanımını da eklendiğinde Akıllı Tarımın tüm ögeleri tamamlanmaktadır. Bugün tarımdaki bu yenilikler TARIM 4 olarak tanımlanmaktadır. Bazıları 21. yüzyıla damga vuracak konuları kapsamaktadır. Gelişmiş ülkelerde özel sermaye risk sermayesi olarak bu konular ile yakından ilgilenmekte ve yatırımlar yaparak yeniliklere imza atabilmektedir.


Makalenin başlığı Tarım ve Türkiye olduğuna göre ülkemizin bu açılardan yeri, halen sahip olduğu üretim teknikleri, yenilikleri takip edebilecek teknik elemanlarının bilgi ve beceri düzeyleri, Üniversitelerimizin bu konularda ne düzeyde eğitim ve araştırma yapabileceği, bugün ülkemizde en fazla araştırma birimine sahip ilgili Bakanlığın konumu, devlet politikaları olarak irdelenmelidir. Saptanacak politikalar doğrultusunda kısa ve uzun süreli plan ve programlar hazırlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır. Bunlar yapılmadığı sürece son yeşil devrim olarak anılan tarımsal dönemde, dışa bağımlı tarım uygulamaları, bu dönemde de devam edecektir. Dün tarımda hayvansal ve bitkisel genetik materyal, agrokimyasallar, alet ve ekipmanlarda yaşanan bağımlılık ve ülkemizin pazar olma durumu, bu yeniçağda da değişmeyecektir.

Etiketler: , ,

ÜLKEMİZDE TARIMSAL EĞİTİMİN YAPISI


Tarımda Üniversite eğitiminin Ziraat Fakültelerinin bugünkü yapısı içinde yapılmasına, akademik yaşamım boyunca karşıydım ve hala da bu fikrimi koruyorum. Bugün ülkemizde Bölüm düzeyinde verilen tarımsal eğitimin sonunda, mezun olan gençlere verdiğimiz sıfat ZİRAAT MÜHENDİSİ dir. Bu tanım gençlere değişik Bölümlerde verilen formasyonu tanımlamaktan çok uzaktır. Bir Zootekni mezunu ile Bahçe veya Tarla Bitkileri Bölümlerinden mezun olan kişilere ayni meslek ismini vermenin pek mantığı yoktur. Gelin bunu diğer Bölümler bazında da ele alalım. Bugün Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi bünyesinde 10 değişik Bölümde lisans eğitimi yapılmaktadır. Bunlardan Bahçe ve Tarla Bitkileri Bölümleri bitkisel, zootekni Bölümü ise hayvansal yetiştiricilik ve ıslah üzerinde eğitim yapmaktadır. Diğer 7 bölümün doğrudan üretim ve ıslah ile ilgileri yoktur. Örneğin Tarımsal Yapılar Bölümü sulama ve tarımsal yapılar gibi mühendislik konularını ele almaktadır. Yani mühendislik kısmı ağırlıklı bir bölümdür. Ayni şekilde Tarımsal mekanizasyon makine mühendisliği ağırlıklı bir bölümdür. Tarım ekonomisi ise ekonomi ve işletme ağırlıklı bir bölümdür. Bitki Koruma ise hastalık, zararlı ve yabancı otları konu alan, diğerlerinden çok farklı bir konuda eğitim yapmaktadır. Siz bu kadar farklı konularda eğitim yapan ve kendi konularında formasyon veren bu birimlerden mezun olanlara ZİRAAT MÜHENDİSİ dediğinizde, bu Bölümlerde yapılan eğitimleri açıklamakta yetersiz kalırsınız. Bir ekonomist Ziraat Mühendisi olarak bir zooteknistin veya bahçecinin işini yapma bilgi ve becerisine sahip değildir. Peyzaj Mimarlığı, Gıda Mühendisliği kendi yapıları içinde çok farklıdırlar. Bu örnekleri artırmak mümkündür.
Şimdi başka açıdan tarımsal eğitime bakalım. Tarımsal Mekanizasyon veya Tarımsal yapılar Bölümlerinde verilen eğitimler makine ve inşaat mühendisliği disiplini içinde formasyon vermektedir. O halde niçin bu Bölümler ilgili Mühendislik Fakülteleri içinde eğitim almamaktadırlar. Ziraat Fakülteleri içinde genelde alacakları 3 – 4 saatlik genel derslerle bitkisel veya hayvansal yetiştirme ve ıslahı konularında beceri göstermelerine olanak yoktur. Diğer taraftan Mühendislik formasyonlarını da ilgili Fakültelerde yapmadıkları içinde bu konuda da yeterli olacaklarını iddia etmek mümkün değildir. Ayni şeyleri Tarım Ekonomisi için de söylemek mümkündür. Bu son örnekten yola çıkarak, işletme lisans eğitimi almış bir gencin,  Ziraat Fakülteleri ilgili Bölümlerinde lisansüstü eğitim yapmaları, gerek kendilerine ve gerekse pratiğe çok daha yararlı olacaktır. Bu şekilde formasyon alan kişiler tarım işletmeleri konusunda uzman kişiler olacak ve sıfatları da Ziraat Mühendisi olmayacaktır.
Kendi konum olan Bitki Koruma Bölümüne de değinmek isterim. Bir kişi öncelikle bitkisel yetiştiricilik ve ıslahı konusunda lisans eğitimi yaptıktan sonra bitki koruma bölümünde bitki hastalıkları, zararlıları veya yabancı otlar konularından birinde yüksek lisans yapmalıdır. Yurtdışında gelişmiş ülkelerin bazılarında, Bitki Koruma Bölümü 3 farklı kısma ayrılmıştır. Çünkü bitki hastalıkları, zararlıları veya yabancı otlar konuları arasında da temelde bir benzerlik yoktur. Ben lisans eğitimimi bahçe bitkileri üzerinde yaptıktan sonra, bitki sağlığı üzerinde doktoramı yaptım. Bu nedenledir ki, akademik çalışmalarımda her yaptığım araştırmanın nasıl pratiğe verilebileceğini hedefledim. Yoksa bugün birçok Bölümde yapılan çalışmalarım ana hedefi yalnızca akademik aşama yapmaktan ibarettir. Lütfen kendi Bölümlerinize bakınız ve yapılan araştırmaların hangi oranda pratikte bir değer taşıdığına, yüksek sesle değil, kendi kendinize karar veriniz. Benim Üniversite yıllarında tüm Bölümlerden pratiğe verilen çalışma sayısının bir elin parmaklarından fazla olacağına inanmıyorum. Çünkü ben Rektörlüğe bağlı Merkez olarak tam anlamıyla uygulamalı araştırma yapan bir birim oluşturabilmiş şanslı akademisyenlerden biriydim.
Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığım gibi bu örneklerden hareketle de, tarımsal eğitimin yapılandırılmasının hatalı olduğuna inanıyorum. Bu açıklamalardan şu sonuca varmanız çok mümkün. O halde Ziraat Mühendisleri, bitkisel üretimde Bahçe ve Tarla Bitkileri, Hayvansal üretimde de Zootekni Bölümünde formasyon alan kişilerdir. Şayet bu konularda çağımız bilgi düzeyine ve uluslararası Ziraat Mühendisliği formasyonuna uygun eğitim yapabilseydik, bu savımız doğru olabilirdi. Ne yazık ki bizlerin lisans eğitim düzeyi çağımızın istediği bilgileri lisans öğrencilerine vermekten oldukça uzak kalmıştır. Bunu daha iyi tanımlayabilmek için bitkisel ve hayvansal üretimin tanımını yapmak gereklidir. Bitkisel ve hayvansal üretim olarak tanımladığımız tarımda amaç, insanoğlunun gereksinmelerini karşılamaktır. Bunun içinde bize verilen materyal bitki ve hayvanlardır. O halde ben tarımı insanoğlunun çıkarları doğrultusunda bitki ve hayvansal üretimi yönetme bilimi olarak tanımlamak isterim. Burada haddimi aşmamak için bir parantez açmak istiyorum. Bundan sonra açıklamaya çalışacaklarım daima bitkisel üretimi kapsayacaktır. Hayvansal üretim dalı yabancım olduğu için onu burada konumuzdan ayırmak isterim. Ancak yukarıdaki tanım onu da içermektedir.
Yalnız bir canlıyı insanın kendi çıkarları açısından yönetebilmesi için öncelikle onu biyolojik ve fizyolojik olarak çok iyi tanıması gereklidir. Ancak canlının fizyolojik olaylarına müdahale edilerek onun yönetimi mümkün olabilir. Burada ıslah konusuna da vurgu yapmak gerekir. Bu konuda insanoğlu, başlangıçta seleksiyon, sonra klasik ıslah, ardından hibrid ıslahı ile daima yüksek üretimi hedeflemiştir. Ayrıca son 30 yıl içinde moleküler biyolojide yapılan inanılmaz ilerlemelerle canlı mühendisliğinin kapıları aralanmaya başlanmıştır. Bu ıslah yöntemleri sonucu ele alınan materyalin ekimi, dikimi, yetiştirilmesi ve beslenmesi esnasında da fizyolojik olarak bu canlıların yönetimi esas alınmıştır. Diğer bir ifadeyle tarımsal eğitim uygulamalı biyolojidir. Bu açıdan tarımsal eğitim yapımız ele alındığında, biyoloji eğitiminin tamama yakını yok sayılmıştır. Çünkü biyoloji, Biyokimya, Botanik, Hücre Biyolojisi, Ekoloji, Evrim Biyolojisi, Genetik, Moleküler Biyoloji, Fizyoloji ve Zooloji bilim dallarını içermektedir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında, ülkemiz, tarımsal eğitiminde bu beceriyi gösterebilmiş midir? Ne yazık ki buna evet demek mümkün değildir. Uzun yıllar ülkemiz, genetik materyal bakımında dış ülkelerin pazarı olmuş ve hala olmaya devam etmektedir. Ben konuşmalarımda devamlı olarak bu konuya açıklık getirebilmek için şu örneği vermekteyim. Bugün üretimini yaptığımız tek ve çok yıllık kültür bitkilerinin anaçları yurt dışından gelmektedir. Lütfen düşünün, bana Amasya elması dışında Pazar değeri yüksek ihraç edilebilir, Ülkemizde ıslah edilmiş başka bir elma çeşidi söyleyebilir misiniz? Düne kadar bu durum sebzelerde de geçerliydi. Son yıllarda bu konuda bazı başarılı çalışmalar yapılmaktadır.
Bitki yetiştiriciliğinde klasik makro besin maddeleri dışında bitki beslemedeki tüm gübreler ithal edilmektedir. İlaçlara gelince kükürt ve göztaşı dışında tüm bitki hastalık ve zararlıları ile yabancı ot ilaçları ithaldir. Sonuçta bunlar bitkisel üretimin ana girdileridir. Peki, bunları uygulamakta teknik elemanlarımız ve üreticilerimiz yeterli bilgi ve beceriye sahip midirler? Buna da evet dememiz pek mümkün değildir. Kullanılan agrokimyasalların bitki bünyesinde, yani fizyolojisindeki etkileşimi ve uğrayacağı değişimler bilinmeden, bu konuların mühendisi veya uzmanı ne yazık ki mümkün değildir. Peki, yukarıda teknik eleman olarak tanımladığım ziraat mühendisleri bu konuda niçin yetkin değildir. Ziraat Fakültesinde ders vermeye başladığım 1970 yılının ilk yarısından itibaren üzerinde titizlikle durduğum bir konu, tarımsal eğitimin biyoloji ağırlıklı olması gereğidir. Emekli olduğum güne kadar Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesinde Bahçe ve Tarla Bitkileri ile Bitki Koruma Bölümleri lisans eğitiminde biyokimyayı temel derslerden biri olarak verdim. Ayrıca yüksek lisans eğitiminde ise moleküler biyoloji ana öğretilerin başında yer almıştır. Bu gelenek bugün de devam etmektedir. Ancak ziraat fakültesi eğitimcilerin çoğu bu nosyondan uzak oldukları için lisans eğitimi çağımızın gereksinmelerini karşılamaktan uzak kalmıştır. Bu bilgi açığı büyük agrokimyasal üreten yabancı firmaların, pazar olarak kullandıkları ülkemizde, Ziraat Mühendislerine verdikleri meslek içi eğitimlerle kısmen kapanabilmektedir. Fakat bu hiçbir zaman yeterli olmamış ve olmamaktadır.
Ancak son yıllarda lisansüstü eğitim için yurt dışına gönderilen genç kuşak akademisyenler, bu açığı kapatacak potansiyele sahiptirler. Bilgili, yetenekli ve çağdaş bilim adamları ülke gelişimi ve mutluluğun ana kaynağıdır. Gelişmiş ülkelere koşut, çağdaş eğitim programları, yukarıda dile getirdiğim ve çalıştığım sürece rahatsız olduğum olumsuzlukların yok edilmesinde en önemli faktör olacaktır. Yalnız bu gençlerin devlet bilim politikaları ile desteklenmesi ve yönetimlerindeki rehberleri bilim olan araştırma kurumlarında çalışma olanağı bulmaları ön koşul olması gereklidir.

Bu hedefe ulaşmada öncelikle devletimizin bilime olan gereksinme ölçütü önemli rol oynayacaktır.

Etiketler: ,