16 Mart 2017 Perşembe

TARIM ÜRETİMİ ŞEKİL Mİ DEĞİŞTİRİYOR?


Sürekli ürünlerini tükettiğimiz ve hayatımızın ana kaynağı olan tarım, şekil mi değiştiriyor? Evet, bu kadar iç içe olduğumuz bir sektör çok hızlı şekil değiştirmektedir. Burada garip olan,  ürünleri ile her gün iç içe olduğumuz ve ürünlerini tükettiğimiz bu sektörü genelde çok iyi tanımamamız ve ona yabancı olmamızdır. Yakın zamana kadar genellikle küçük işletmelerde üretim yapan ve toprağa bağlı olan bu sektör, artık endüstriyel boyutlara taşınmaktadır. Kırsalda yaşayan ve köylü olarak tanıdığımız kişilerin tarımsal üretimle gittikçe ilgisi kesilmektedir. Ben bu yazımda genelde bitkisel üretimin şekli ve yapısı üzerinde durmak istiyorum. Yarım asırdan fazla bu sektörün içinde olan biri olarak, değişimin inanılmaz boyutlarda olduğunu söyleyebilirim. Hükümetlerin sosyal ve tarım politikaları da dünyadaki bu evrime destek vermekte, köylerden şehirlere olan göç büyük ivme kazanmaktadır. Yalnızca bu politikalar değil, ayni zamanda yerli ve yabancı büyük sermayelerin tarıma yönelmesi ve bu sektörü endüstrileştirmesi de bunda ana etkendir.
Bu gelişmenin temelleri geçen asrın ortasında atılmağa başlamıştır. Dünya nüfusunun artışı beraberinde beslenme sorunlarını da dünya gündemine taşımıştır. Üretimin bazı yörelerde mono tarım şeklini alması, bitkisel üretimde hastalık ve zararlı sorunlarını beraberinde getirmiştir. Nitekim 1970 li yılların ilk yarısında Çukurova’da pamuk tek ürün olarak yetiştirilmekteydi. Fakat bu yıllarda ortaya çıkan beyazsinek (Bemisia tabaci) sorunu bir yetiştirme sezonunda ilaçlama sayısını 18 lere kadar yükseltmiştir. Bu kadar yoğun insektisidin (böcek ilaçları) uçaklarla geniş bölgelerde kullanılması, inanılmaz boyutlarda ekolojik dengeyi bozmuş, çevre kirliliğini artırmış ve ilaçsız herhangi bir ürünün yetiştirilmesi olanak dışı kalmıştır. Bu çaresizlik içinde 1980 li yılların başında, ikinci ürün planlaması ile gelecek yıllarda, bölge tekrar ekolojik dengesini bulmağa başlamıştır.
Sorunlarla savaşta, uluslararası kuruluşlar bu konuları araştırmak için Araştırma Enstitüleri kurmuşlar ve genellikle ıslah çalışmaları ile bu sorunların bir kısmını aşmışlardır. Diğer taraftan yine Uluslararası bazı kimya kuruluşları tarımsal ilaçlarda inanılmaz ilerlemeler sağlamış, geniş spektrumlu ilaçlar yerine daha çok soruna odaklı ilaçlar üreterek, daha çevreci ürünleri kullanıma sunmağa başlamışlardır. Ayrıca sulama yöntemlerindeki yenilikler, sulama ve besin maddelerinin bitkilerin istedikleri düzeyde sunulması (fertigasyon)  bitkisel üretimde doğanın sınırlamalarını kısmen ortadan kaldırarak üretimde patlamalara neden olmuştur. Geçen asrın ikinci yarısında YEŞİL DEVRİM olarak isimlendirilen bu gelişmeler, daha sonra yeşil devrim ürünlerinin insan ve hayvan beslenmesinde sağlık yönünden bazı olumsuzlukların ortaya çıkması ile kısmen de olsa o çok ümit var olan kapasitesini ve popülaritesini yitirmeğe başlamıştır. Buna tepki olarak organik üretim ortaya çıkmış ve organik ürünlere olan talep artmıştır. Yalnız burada bir hususun altını çizmek isterim. Organik tarım köylünün küçük üretim birimlerinde ürettiği ürünler değildir. Bu üretim şeklinde hakim olan üretim disiplini oldukça gelişmiş ve üretim, ancak bu disiplin içinde sertifikalı olmak zorundadır. Bizim gibi ülkelerde organik tarımın gelişmesi ve boyut kazanması oldukça zordur. Klasik tarımda dahi agrokimyasalların neden olduğu sorunları aşamayan ülkeler, organik tarım gibi daha disipline olan üretim şekillerini denetlemek ve bu sektörü güvenilir hale getirilmesi oldukça zordur. Organik tarımda bitkisel üretimin her safhasının uygulanması ve düzenlenmesinde daha fazla bilgi ve deneyime gereksinme vardır. Bugün gerek ilgili Bakanlığın Araştırma kurumlarının ve gerekse sayıları 33 ü bulan Ziraat Fakültelerimizin bu aşamada yeterli olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Yalnız bilim adamlarımıza haksızlık etmemek için bir konunun altının özellikle çizilmesi gerekmektedir. Bugün ülkemizde Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan beri tarımda bilim adamı yetiştirmek için örnek girişim ve destekler sürekli olmuş ve bu destek bugünde ivme kazanarak devam etmektedir. Peki, sorun nereden kaynaklanmaktadır? Burada sorumlu olan tek kuruluş devlettir. Çünkü ülkemizin tüm birimlerinde hiçbir zaman bilime olan gereksime ve inanç olmamıştır. Devlet organik tarım için bir lütuf olarak Allah’ın lütfu olan Güneydoğu Anadolu bölgesini GAP projesi kapsamında bilinçsizce heba ettik. Hatta Üniversitelerimiz için de bu sav geçerlidir. Genellikle Üniversitelerimizde bilim,  akademik aşamaları geçmek için yapılan faaliyetin adıdır. Bunu 40 yıla yakın akademik hayatımda yaşayarak gördüm ve öğrendim.
Bu nedenledir ki, bitkisel üretimde gelişmeler hep özel sektör destekli olmuştur. Burada da konunun daha iyi anlaşılması için bir saptama yapmak istiyorum. Gelişme derken doğal olarak üretimdeki ürün artışı vurgulanmaktadır. Ancak hemen bir sorunun, burada ortaya atılması gerekmektedir. Peki, bu üretim artışı kantitatif ve kalitatif karakterleri beraber içermekte midir? İşte bu soruya verilecek yanıt, kanımca tüm sorunlarında açıkça görülmesinde ve ortaya çıkmasında yardımcı olacaktır. Üretimdeki iyileşme yalnızca kantitatiftir. İlk yıllarda, yani yeşil devrimin başlangıcında bunun pek önemli olmamasına karşın, yıllar geçtikçe kalitede ortaya çıkan kayıplar tüm dünya kamuoyunda sorgulanır hale gelmeğe başlamıştır. Bunlara ilave olarak bu ürünleri ve bunlardan yapılan diğer ürünlerin işlenmesi ve pazara sunulmasında kullanılan yöntemler, bırakın beslenmeyi, bazı sağlık sorunları da beraberinde getirmeğe başlamıştır. Bugün ülkemiz kamuoyunda da bu sorunlar bazı ciddi görsel ve yazılI basında yeterli olmamakla beraber yer almağa başlamıştır.
Üretim artışında ana faktör olan ıslah çalışmalarına, bugün artık genetik mühendisliği de katkı sunmaya başlamıştır. Günümüzde görsel ve yazılı basında sıkça tartışılan genetiği değiştirilmiş organizmaları (GDO) gündemimize taşımıştır. Bu tüm dünya için kaçınılmaz bir gelişmedir. Çevreciler ve bu alandaki tehlikeyi fark eden aydın kitle, genetik mühendisliğinin gelişmiş bu ürünlerinin tüketilmesine şiddetle karşı durmasına karşın, diğer taraftan dünya ve nüfusu hızlı artan ülkeler, artan nüfusu beslemek zorundadır.  Hükumetler de sürekli bu baskının esiri olacaklardır. Diğer taraftan bu gelişmelerin uluslararası şirketlerin tekelinde olması ve dünya ekonomik yapısının bu şirketlerin rahatça iş yapabileceği ortak Pazar haline getirilmesi, gelişmekte olan ülkelerde doyurulması gereken boğazların artması, bu gelişmelere karşı durmanın zorluğunu ve imkansızlığını ortaya koymaktadır.
Sorunları iki başlık altında toplayabiliriz. Birincisi genetik materyalin üretimi ve planlaması artık gelişmiş uluslararası şirketlerin tekeli haline gelmiştir. Bunun basit olarak ifadesi, birçok ülke, başta gelişmekte olan ülkeler beslenmeleri ve örtünmeleri için gereksinme duydukları genetik materyali, yani tohumu bu şirketlerden almak ve onların pazarı olmak zorundadır. Bu olay tüm gelişmekte olan ülkelerin gerçeğidir. Çünkü tarımsal teknoloji gerçek bilimsel tabanlı yüksek teknolojinin hüküm sürdüğü bir sektördür. Gelişmekte olan ülkelerde ise tarım, hala kırsal kesimin uğraş alanı olarak algılanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde en çok araştırma kurumları bu sektörde faaliyet göstermektedir. Ama ne yazıktır ki,  bugün ülkemizde TÜBİTAK’ a bağlı tek bir Tarımsal Araştırma Enstitüsü yoktur. Kurulmuş olana da, ülkemizin gelişmiş sayılacak bir Üniversitesi “ONA” yaşam şansı ve hakkı tanımamıştır.
İkincisi ise, yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi Tarımsal üretimin endüstrileşmesi, çok geniş alanlar veya birimlerde üretim yaparak uluslararası pazarda tekel haline gelmesidir. Örtü altı üretim örnek alınacak olursa, üretim bugün artık doğanın sunduğu sınırlar dışına çıkmıştır. Termal suyun, diğer bir ifadeyle enerjinin olduğu bölgelerde toprağa dahi ihtiyaç olmadan tüm yıl boyunca sebze üretimi yapmak mümkündür. Halen topraksız kültür olarak gelişen bu alanda üretim birimlerinin bazıları bin dekar büyüklüğe ulaşmışlardır. Gerçekten yılın önemli bir kısmında Avrupa,  Kuzey ve Güneyimizdeki ülkelere ihracat yapmaktadırlar. Bu övünülecek gelişmenin yapısı incelendiğinde ülkemiz üretiminin dış kaynaklı teknolojiler güdümünde olduğu hemen görülecektir. Yani ülkemiz bu sektörün yalnızca taşeronluğunu yapmaktadır. Yapılan fason üretimdir. Tüm üretim teknolojisi ve genetik materyal dış kaynaklıdır. Herhangi bir neden sonucu, bu teknolojik girdi ülkemize gelmediği veya terk ettiği takdirde, üretimi ile övündüğümüz bu sektör çökecek ve üretemez hale gelecektir. Diğer bir ifadeyle genetik materyal dışa bağımlı olduğu sürece, Türkiye kendi insanının beslemekte ve ihracat yapmakta yeterli olamayacaktır.
Bu iki gerçeğin ışığı altında ülkemizin küçük üretim birimlerini ayakta tutması son derece önemlidir. Yıllar önce İsrail’li bir meslektaşım beni bu hususta uyarmıştı. Küçük tarım işletmelerine ülkemizin sahip çıkması ve desteklemesi gereğini vurgulamıştı. Bu üretim şeklinde her şeyden önce topraktan kopuş olmayacak, birçok aile tarımda iş bulabilecek ve geçimlerini sağlayabilecektir. Ancak bu işletmelerin mutlaka devlet tarafından sübvanse edilmesi gerekmektedir. Zaten tarımsal üretim tüm dünyada devlet tarafından desteklenmek ve korunmak zorundadır. Bunun aksi düşünülemez. Ayrıca tarımsal üretime verilen desteğin kamuoyu tarafından üretimi yapan kişiye yapılmış gibi algılanması büyük bir yanılgıdır. O destek sayesinde üretim istenilen şekilde yapılabilmekte ve tüm ülke halkı daha ekonomik olarak o ürünü tüketmek imkanına kavuşa bilmektedir. Ayrıca ülkemizde son yıllarda bu ürünlerin daha ucuz diye yurt dışından ithali, bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri daha çok uluslararası pazar haline getirmektedir. Küçük üretim birimlerinin desteklenmesi kırsal alanda mutlu bir kitlenin yaşamasına, işsizliğin çözümüne ve halkımızın beslenmesinde önemli katkıları olacaktır. Kısmende olsa dışa bağımlılığı ve tarımın endüstrileşmesinin olumsuzluklarına engel olabilecektir.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, tarımsal üretim artık tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de endüstrileşmektedir. Ancak hala bu gelişmelere paralel ülkemizde yapılabilecek iyileştirmeler mevcuttur. Her şeyden önce tarımsal endüstrileşmenin yanında küçük üretim alanlarının korunması ve bunlarda yapılabilecek daha sağlıklı üretimlerin teşviki gerekmektedir. Hem bu şekilde artan nüfusumuza ve gençlerimize yeni iş imkanları sağlanmış olacak ve daha mutlu aile ocakları kurulacaktır. Bu üretim şeklinde üretimi yapacak kişilerin meslek içi eğitimlerin sağlanması ve desteğin bu yetişmiş kişilere verilmesi bu sektörde yeni gelişmeler sağlayacaktır. Bu küçük işletmelerde belki organik tarımında kapıları açılabilecektir.
Hala içimde bir yaradır. Güneydoğu Anadolu projesi (GAP) tartışılmaya başlandığında, benimde üyesi olduğum Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi akademik personelinden de yararlanmak istendi ve orada yapılabilecek üretim şekillerinin araştırılması için destekler verildi. Üniversitem orada bir araştırma birimi oluşturarak yıllarca çalıştı. Ancak benim o yıllarda dile getirdiğim, fakat maalesef Fakültem tarafından desteklenmeye değer verilmeyen düşüncem, Güneydoğu Anadolu bölgesini baştan organik tarıma açmaktı. Bunun için sizlere çok basit bir örnek vermek isterim. O yıllarda Çukurova’ da bir yıl içinde yapılacak pamuk tarımı için 10, hatta daha fazla ilaçlamaya gerek duyuluyordu. Fakat bu üretim Şanlıurfa’ da Fırat kıyılarında ilaçsız yapılabilmekteydi. Kısaca doğal denge tüm unsurları ile bu bölgede hüküm sürmekteydi. Bu ayrıntı gerek devlet araştırma kurumları ve gerekse Üniversiteler tarafından dikkate alınmadı. Alınmış olsaydı, yalnız bu bölgede yapılacak organik tarım getirisi, tüm ülke tarımsal üretiminden daha fazla olacaktı. Böylece bu kadar geniş alanlarda ve Yukarı Mezopotamya’da dünyaya örnek bir organik tarım alanı oluşacaktı. Hemen şunu da eklemek istiyorum. Yalnız ülkemiz bilim adamları ve teknisyenleri ile böyle bir üretimin başarılması pek olası değildi. Ama böyle bir konuda gelişmiş birçok ülke ile işbirliği kolayca sağlanabilirdi. Bu fırsatlar hala Doğu Anadolu başta, birçok yöremizde mevcuttur. Ancak bu konularda gerek devlet ve gerekse Üniversitelerimizin bilim politikaları ve çalışmalarını, bu politikalar doğrultusunda yapması bir zorunluluktur.


Etiketler: , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa