15 Mart 2017 Çarşamba

TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK


Bu konuyu kendi bakış açımdan irdelemek ve değerlendirebilmek için öncelikle kendimi sizlere ana hatları ile tanıtmam gerekir. Geçmişim hakkında çok özet olarak şunları yazabilirim. Edremit – Balıkesir 1939 doğumluyum. İlk ve ortaokulu Edremit ve liseyi yatılı olarak Balıkesir lisesinde okudum. O tarihlerde Balıkesir ilinin ilçelerinde lise bulunmamaktaydı. Üniversiteyi ise henüz kuruluşunun beşinci yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde tamamladım. Askerliği tamamladıktan sonra 1965 yılında Ankara Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsünde çalışmağa başladığımda, mesleğim açısından bir hususu çok iyi fark etme fırsatını yakaladım. Hiç kimsenin olmadığı Nematoloji laboratuarına atandığımda, bu konunun tamamen cahili olarak gerek Üniversitelerimiz ve gerekse devlet Araştırma Enstitülerinde hiç kimseden yardım alamayacağımın bilincine vardım. Bu konuda yurt dışında doktora yapmış bir büyüğümün öğüdünü bugün dahi unutamam. Bu öğüt “bitki hastalık veya zararlıları konusunda araştırmacı veya akademisyen olarak çalışmak istiyorsan, mutlaka yurt dışına gitmen ve orada doktoranı yapmak zorundasın” şeklindeydi. O zamanın hükümet politikaları açısından bizler bu fırsatı yakalayarak yurt dışında doktora yapabildik. Ben Almanya’da o zaman bitki patolojisi açısında popüler olan Göttingen Üniversitesi, bitki hastalıkları konusunda patofizyoloji ağırlıklı çalışan bir Araştırma Enstitüsünde bitki hastalıklarını metabolizma sapmaları yönünden inceleyen bir çalışma yaptım. Bu o yıllarda ülkemiz açısından da bir ilkti. Ben Türkiye bitki patolojisinde patofizyoloji çalışmaları yapan ve bu konuda birçok master ve doktora çalışması yöneten ilk akademisyeni oldum. Bugün artık bu konuda çalışma yapan birçok genç meslektaşım olduğunu övünçle burada belirtmek isterim. Aşağıdaki düşüncelerimi belirtmeden önce bir hususun daha bilinmesinde yarar olduğuna inanıyorum. Ben ve diğer arkadaşlarım 1970 yılında Adana Ziraat Fakültesinde işe başladığımızda, o zamanın kürsülerinde bize önderlik yapacak hocalarımız pek olmadı. Biz bu boşluğu yurt dışındaki gözlemlerimiz ve birazda kişiliğimizin bize verdiği becerilerle doldurmaya çalıştık. O zamanlar Üniversitelerimizde böyle bir olanağı bulmakta pek mümkün değildi. Bakış açısına göre şanslı veya çaresizdik. Ben kendimi bu açıdan daima şanslılar arasında saydım. Çünkü yurt dışındaki kazanımlarımızı uygulamakta, izin alacağımız bir otoritenin olmaması kendi açımdan bir şans idi.
Üniversitede geçen 33 yıla sığdırabildiğim akademik çalışma ve becerilerim ise özetle şöyle gelişti. 1970 Haziran ayında Adana Ziraat Fakültesi Ziyapaşa bulvarında bir apartmanın zemin katından ibaretti. Daha sonra Adana Ziraat Okuluna taşındık ve ilk laboratuvarlarımızı orada oluşturmaya başladık. Kuruluşun ilk yıllarında yapılması gereken o kadar çok rutin iş bulunmaktaydı ki, bizlerden birçoğu gerek iş yoğunluğu ve gerekse akademik altyapının olmamasından doktora veya doçentlik çalışmalarımızı yapmakta zorlanıyorduk. Ben ve eşim 1973 yılında NATO bursu ile tekrar yurtdışı olanağına kavuştuk ve doçentlik çalışmalarının çoğunu, gelişmiş yabancı ülke Üniversitelerinde yapma olanağı bulduk. Ben doçentlik konusu olarak, o yıllarda yurt dışında da yeni bir yöntem olan poliakrilamid jel elektroforez tekniği kullanarak, bitki patojenlerinin protein ve bazı enzim band dizilimleri yoluyla tanısı üzerinde çalıştım. Bu konu benim için de canlıları algılamam ve tarımı daha detaylı anlamama neden olmuştur. Nitekim ben bu tekniği kullanarak, 1974 yılında ülkemizde biber yetiştiriciliğinde epidemik hale gelmiş hastalığın etmenini teşhis ettim. Hastalık etmeni geçmiş iki yıldan beri Üniversite ve Bakanlık araştırıcıları tarafından araştırılmış ve bir sonuca varılmamıştı. Bu çalışma ile 1974 yılında doçentliğimi aldıktan sonra Bitki Koruma Kürsüsü Başkanı oldum. 1979 Yılında Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesinin asistanlıktan gelen ilk profesörü oldum. Cumhuriyet tarihinde de 4. Fitopatoloji profesörü oldum. 1982 Yılında Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı yaptım. Yine 1980 li yıllarda 7 yıl boyunca TÜBİTAK Tarım ve Ormancılık Araştırma Grup üyesi olarak çalıştım. 1980 Yılında ülke çapında turunçgil tarımı ve onu tehdit eden virüs ve virüs benzeri hastalıkları kapsayan geniş bir projeyi Tarım ve Ormancılık Bakanlığı ile ortaklaşa yapmağa başladık. Bu projenin gerek çalışma konularının kapsamı ve gerekse alınan sonuçlarının çok olumlu olması nedeniyle, bu çalışmaları sürdürmek amacıyla, Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mithat Özsan’ın teşvikleriyle “ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SUBTROPİK MEYVELER ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİNİni kurdum ve 2002 yılına kadar bu birimin yöneticiliğini yaptım. Bu birimin ulusal ve uluslararası başarıları 1998 yılında çalışmalarım, ülkemizde tarım konusunda TÜBİTAK’ın ilk Araştırma Enstitüsü olan TÜBİTAK – ÇUKUROVA İLERİ TARIM TEKNOLOJİLERİ ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME ENSTİTÜSÜ nün kuruluşu ile taçlanmıştır. Tarımda gerek Bakanlık Araştırma birimleri ve gerekse Üniversitelerin dışında, temel kriteri bilim olan bir Araştırma Enstitüsünü kurmak, bende 20 yıl önce başlamış ve birazda o yıllar için ütopik olan bir hayaldi. Bu Enstitüyü 1980li yılların ikinci yarısında bir defa kurma aşamasına getirmeme karşın, Üniversitemizde bu birimin başına müdür olarak kim atanacak çekişmesi, maalesef benim ve dolayısıyla Üniversitemin bu şans ve fırsatı kaçırılmasına neden olmuştur. Ben üniversitemde çok sevip saydığım yöneticilerin bana uymayan isteklerine direnerek bu Araştırma Enstitüsünün kurulmasını 1998 yılında tekrar başardım ve 2002 yılına kadar tüm akademik yaşamım boyunca hayalim olan bu kuruluşun müdürlüğünü yapma şerefine nail oldum. Çalıştığım tüm bu 33 yıl süresince 20 Master, 20 Doktora çalışması ve çok sayıda ulusal ve uluslararası bireysel araştırma projesi yönettim. Çalışmalarımda gerekli olan maddi desteğin hemen hemen tamamına yakın kısmını yurtdışı projelerden, Dünya Bankası ve ortak projelerden ve yurt içinde Devlet Planlama Teşkilatı, TÜBİTAK, Tarım ve Orman Bakanlığı ve diğer kuruluşlardan sağladım. Üniversitem bu çalışmalarda gerek madden ve gerekse moral açısından sıcak ilgisini daima gösterdi. Çukurova Üniversitesi Subtropik Meyveler Araştırma ve Uygulama Merkezinin altyapısı için o tarihlerde yaklaşık 3 milyon Amerikan doları harcanmıştır. Bunun büyük kısmı Tarım ve Ormancılık Bakanlığının Dünya Bankasından aldığı krediler ile desteklenmiştir.
Bilimsel desteğin tamamına yakınını Amerika, İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya gibi ülkelerin Araştırma kurumlarından sağladık. Birçok tekniği buralara gönderdiğim doktora öğrencilerinin çalışmaları yoluyla ülkemize transfer etme şansını bulduk.
Ayrıca Merkezde kurduğumuz döner sermaye sayesinde gerek yüksek lisans öğrencilerini yurtdışına gönderilmeleri ve gerekse konumuzla ilgili bilimsel toplantılarda çalışmalarımızı sunmak için arkadaşların finanse edilmesi sağlandı. Bunun sonucu proje yürütülen birimin bağımsız bir maddi kaynağa sahip olmasının ne büyük imkânlar sunduğunu yaşayarak öğrendim ve araştırma politikalarının tartışıldığı ortamlarda daima bu gerçeğin savunucusu oldum.
Bence önemli bir diğer konuda TURUNÇGİL BÜLTENİ isimli derginin 10 yıl boyunca yılda 3 defa olmak üzere bin aboneye ücretsiz olarak gönderilmesidir. Bu dergi, gerek ülkemizde turunçgiller ile ilgili sorunları, yapılan çalışmaları bire bir üretici ve danışmanlara iletmek ve gerekse Üniversite Üretici diyalogunu kurulmasında gerçekten çok yararlı olmuştur. Ayrıca bu yıllar içinde gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışı bilimsel kuruluşlarda bu merkezde elde edilen sonuçlar sunulmuştur. Turunçgil Bülteninin tüm sayıları aşağıda adresini verdiğim Blog da yayımlanmıştır (https://turuncgilbulteni.blogspot.com.tr/). Ayrıca üreticilere dönük tüm Akdeniz ve Ege kıyısında turunçgil tarımı yapılan bölgelerde sayısız konferanslar düzenlenmiştir.
Peki, tarımın turunçgil gibi bir alanında ülkemizde akademik çalışmalar yapmak bana ne öğretti? 33 Yıl sonra geriye baktığımda neler görüyorum ve bu yılların akademik açıdan bana kazandırdığı ve benden aldıkları nelerdir? Bu soruyu çalışan veya emekli olan tüm akademisyenlerin kendilerine sormasını öneririm. Böylece Üniversitelerde bir ömrü tüketen bizlerin, benim yaptığım gibi “Ülkemizde Akademisyen Olmanın” getiri ve götürülerini ortaya koyma şansları olacağına gönülden inanıyorum. Ve bu konunun irdelenmesinin ülkemizdeki Üniversitemizin geleceği açısından çok önemli olduğuna inanıyorum.

Ben bu Blogda ayni zamanda gerek Üniversitemizin kuruluşuna, ilk yıllardaki üniversite yaşamıma ve gerekse bilimsel alandaki faaliyetlerime yer vereceğim. Böylece halen çalışan veya emekli meslektaşlarım ile yaşamımım paylaşırken, Üniversitenin bugünkü genç nesline hem akademik yaşamı ve hem de tarım, eğitim ve araştırma alanındaki izlenim ve düşüncelerimi iletmek istedim.

Etiketler: , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa