TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK
Bu konuyu kendi bakış açımdan
irdelemek ve değerlendirebilmek için öncelikle kendimi sizlere ana hatları ile
tanıtmam gerekir. Geçmişim hakkında çok özet olarak şunları yazabilirim.
Edremit – Balıkesir 1939 doğumluyum. İlk ve ortaokulu Edremit ve liseyi yatılı
olarak Balıkesir lisesinde okudum. O tarihlerde Balıkesir ilinin ilçelerinde
lise bulunmamaktaydı. Üniversiteyi ise henüz kuruluşunun beşinci yılında Ege
Üniversitesi Ziraat Fakültesinde tamamladım. Askerliği tamamladıktan sonra 1965
yılında Ankara Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsünde çalışmağa başladığımda,
mesleğim açısından bir hususu çok iyi fark etme fırsatını yakaladım. Hiç
kimsenin olmadığı Nematoloji laboratuarına atandığımda, bu konunun tamamen
cahili olarak gerek Üniversitelerimiz ve gerekse devlet Araştırma
Enstitülerinde hiç kimseden yardım alamayacağımın bilincine vardım. Bu konuda
yurt dışında doktora yapmış bir büyüğümün öğüdünü bugün dahi unutamam. Bu öğüt
“bitki hastalık veya zararlıları konusunda araştırmacı veya akademisyen olarak
çalışmak istiyorsan, mutlaka yurt dışına gitmen ve orada doktoranı yapmak
zorundasın” şeklindeydi. O zamanın hükümet politikaları açısından bizler bu
fırsatı yakalayarak yurt dışında doktora yapabildik. Ben Almanya’da o zaman
bitki patolojisi açısında popüler olan Göttingen Üniversitesi, bitki
hastalıkları konusunda patofizyoloji ağırlıklı çalışan bir Araştırma
Enstitüsünde bitki hastalıklarını metabolizma sapmaları yönünden inceleyen bir
çalışma yaptım. Bu o yıllarda ülkemiz açısından da bir ilkti. Ben Türkiye bitki
patolojisinde patofizyoloji çalışmaları yapan ve bu konuda birçok master ve
doktora çalışması yöneten ilk akademisyeni oldum. Bugün artık bu konuda çalışma
yapan birçok genç meslektaşım olduğunu övünçle burada belirtmek isterim. Aşağıdaki
düşüncelerimi belirtmeden önce bir hususun daha bilinmesinde yarar olduğuna
inanıyorum. Ben ve diğer arkadaşlarım 1970 yılında Adana Ziraat Fakültesinde işe
başladığımızda, o zamanın kürsülerinde bize önderlik yapacak hocalarımız pek
olmadı. Biz bu boşluğu yurt dışındaki gözlemlerimiz ve birazda kişiliğimizin
bize verdiği becerilerle doldurmaya çalıştık. O zamanlar Üniversitelerimizde
böyle bir olanağı bulmakta pek mümkün değildi. Bakış açısına göre şanslı veya
çaresizdik. Ben kendimi bu açıdan daima şanslılar arasında saydım. Çünkü yurt dışındaki
kazanımlarımızı uygulamakta, izin alacağımız bir otoritenin olmaması kendi
açımdan bir şans idi.
Üniversitede geçen 33 yıla sığdırabildiğim
akademik çalışma ve becerilerim ise özetle şöyle gelişti. 1970 Haziran ayında
Adana Ziraat Fakültesi Ziyapaşa bulvarında bir apartmanın zemin katından
ibaretti. Daha sonra Adana Ziraat Okuluna taşındık ve ilk laboratuvarlarımızı
orada oluşturmaya başladık. Kuruluşun ilk yıllarında yapılması gereken o kadar
çok rutin iş bulunmaktaydı ki, bizlerden birçoğu gerek iş yoğunluğu ve gerekse
akademik altyapının olmamasından doktora veya doçentlik çalışmalarımızı
yapmakta zorlanıyorduk. Ben ve eşim 1973 yılında NATO bursu ile tekrar yurtdışı
olanağına kavuştuk ve doçentlik çalışmalarının çoğunu, gelişmiş yabancı ülke
Üniversitelerinde yapma olanağı bulduk. Ben doçentlik konusu olarak, o yıllarda
yurt dışında da yeni bir yöntem olan poliakrilamid jel elektroforez tekniği
kullanarak, bitki patojenlerinin protein ve bazı enzim band dizilimleri yoluyla
tanısı üzerinde çalıştım. Bu konu benim için de canlıları algılamam ve tarımı
daha detaylı anlamama neden olmuştur. Nitekim ben bu tekniği kullanarak, 1974
yılında ülkemizde biber yetiştiriciliğinde epidemik hale gelmiş hastalığın
etmenini teşhis ettim. Hastalık etmeni geçmiş iki yıldan beri Üniversite ve Bakanlık
araştırıcıları tarafından araştırılmış ve bir sonuca varılmamıştı. Bu çalışma
ile 1974 yılında doçentliğimi aldıktan sonra Bitki Koruma Kürsüsü Başkanı
oldum. 1979 Yılında Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesinin asistanlıktan
gelen ilk profesörü oldum. Cumhuriyet tarihinde de 4. Fitopatoloji profesörü
oldum. 1982 Yılında Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı
yaptım. Yine 1980 li yıllarda 7 yıl boyunca TÜBİTAK Tarım ve Ormancılık Araştırma
Grup üyesi olarak çalıştım. 1980 Yılında ülke çapında turunçgil tarımı ve onu
tehdit eden virüs ve virüs benzeri hastalıkları kapsayan geniş bir projeyi
Tarım ve Ormancılık Bakanlığı ile ortaklaşa yapmağa başladık. Bu projenin gerek
çalışma konularının kapsamı ve gerekse alınan sonuçlarının çok olumlu olması
nedeniyle, bu çalışmaları sürdürmek amacıyla, Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mithat
Özsan’ın teşvikleriyle “ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SUBTROPİK MEYVELER ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİNİ”ni kurdum ve 2002 yılına kadar bu birimin yöneticiliğini
yaptım. Bu birimin ulusal ve uluslararası başarıları 1998 yılında çalışmalarım,
ülkemizde tarım konusunda TÜBİTAK’ın ilk Araştırma Enstitüsü olan “TÜBİTAK – ÇUKUROVA İLERİ TARIM
TEKNOLOJİLERİ ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME ENSTİTÜSÜ” nün kuruluşu ile taçlanmıştır. Tarımda gerek Bakanlık Araştırma
birimleri ve gerekse Üniversitelerin dışında, temel kriteri bilim olan bir Araştırma
Enstitüsünü kurmak, bende 20 yıl önce başlamış ve birazda o yıllar için ütopik
olan bir hayaldi. Bu Enstitüyü 1980li yılların ikinci yarısında bir defa kurma
aşamasına getirmeme karşın, Üniversitemizde bu birimin başına müdür olarak kim
atanacak çekişmesi, maalesef benim ve dolayısıyla Üniversitemin bu şans ve
fırsatı kaçırılmasına neden olmuştur. Ben üniversitemde çok sevip saydığım
yöneticilerin bana uymayan isteklerine direnerek bu Araştırma Enstitüsünün
kurulmasını 1998 yılında tekrar başardım ve 2002 yılına kadar tüm akademik yaşamım
boyunca hayalim olan bu kuruluşun müdürlüğünü yapma şerefine nail oldum. Çalıştığım
tüm bu 33 yıl süresince 20 Master, 20 Doktora çalışması ve çok sayıda ulusal ve
uluslararası bireysel araştırma projesi yönettim. Çalışmalarımda gerekli olan
maddi desteğin hemen hemen tamamına yakın kısmını yurtdışı projelerden, Dünya
Bankası ve ortak projelerden ve yurt içinde Devlet Planlama Teşkilatı, TÜBİTAK,
Tarım ve Orman Bakanlığı ve diğer kuruluşlardan sağladım. Üniversitem bu çalışmalarda
gerek madden ve gerekse moral açısından sıcak ilgisini daima gösterdi. Çukurova
Üniversitesi Subtropik Meyveler Araştırma ve Uygulama Merkezinin altyapısı için
o tarihlerde yaklaşık 3 milyon Amerikan doları harcanmıştır. Bunun büyük kısmı
Tarım ve Ormancılık Bakanlığının Dünya Bankasından aldığı krediler ile
desteklenmiştir.
Bilimsel desteğin tamamına yakınını
Amerika, İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya gibi ülkelerin Araştırma
kurumlarından sağladık. Birçok tekniği buralara gönderdiğim doktora öğrencilerinin
çalışmaları yoluyla ülkemize transfer etme şansını bulduk.
Ayrıca Merkezde kurduğumuz döner
sermaye sayesinde gerek yüksek lisans öğrencilerini yurtdışına gönderilmeleri
ve gerekse konumuzla ilgili bilimsel toplantılarda çalışmalarımızı sunmak için
arkadaşların finanse edilmesi sağlandı. Bunun sonucu proje yürütülen birimin bağımsız
bir maddi kaynağa sahip olmasının ne büyük imkânlar sunduğunu yaşayarak öğrendim
ve araştırma politikalarının tartışıldığı ortamlarda daima bu gerçeğin
savunucusu oldum.
Bence önemli bir diğer konuda TURUNÇGİL
BÜLTENİ isimli derginin 10 yıl boyunca yılda 3 defa olmak üzere bin aboneye
ücretsiz olarak gönderilmesidir. Bu dergi, gerek ülkemizde turunçgiller ile
ilgili sorunları, yapılan çalışmaları bire bir üretici ve danışmanlara iletmek
ve gerekse Üniversite Üretici diyalogunu kurulmasında gerçekten çok yararlı
olmuştur. Ayrıca bu yıllar içinde gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışı bilimsel
kuruluşlarda bu merkezde elde edilen sonuçlar sunulmuştur. Turunçgil Bülteninin
tüm sayıları aşağıda adresini verdiğim Blog da yayımlanmıştır (https://turuncgilbulteni.blogspot.com.tr/).
Ayrıca üreticilere dönük tüm Akdeniz ve Ege kıyısında turunçgil tarımı yapılan
bölgelerde sayısız konferanslar düzenlenmiştir.
Peki, tarımın turunçgil gibi bir alanında ülkemizde
akademik çalışmalar yapmak bana ne öğretti? 33 Yıl sonra geriye baktığımda
neler görüyorum ve bu yılların akademik açıdan bana kazandırdığı ve benden
aldıkları nelerdir? Bu soruyu çalışan veya emekli olan tüm akademisyenlerin
kendilerine sormasını öneririm. Böylece Üniversitelerde bir ömrü tüketen
bizlerin, benim yaptığım gibi “Ülkemizde Akademisyen Olmanın” getiri ve
götürülerini ortaya koyma şansları olacağına gönülden inanıyorum. Ve bu konunun
irdelenmesinin ülkemizdeki Üniversitemizin geleceği açısından çok önemli olduğuna
inanıyorum.
Ben bu Blogda ayni zamanda gerek Üniversitemizin
kuruluşuna, ilk yıllardaki üniversite yaşamıma ve gerekse bilimsel alandaki
faaliyetlerime yer vereceğim. Böylece halen çalışan veya emekli meslektaşlarım
ile yaşamımım paylaşırken, Üniversitenin bugünkü genç nesline hem akademik yaşamı
ve hem de tarım, eğitim ve araştırma alanındaki izlenim ve düşüncelerimi
iletmek istedim.
Etiketler: Bölge zirai mücadele araştırma enstitüsü, elektroforez, Fitopatoloji, Fizyopatoloji, Subtropik meyveler araştırma merkezi, TÜBİTAK Araştırma Enstitüsü
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa