15 Mart 2017 Çarşamba

ÜLKEMİZDE ÜNİVERSİTE İLE TANIŞMAM


Ben ve eşim Özden 1966 – 1970 yılları arasında bitki patoloji konularında doktora yapmak için Göttingen, Almanya George August Üniversitesinde bulunduk. Bu olay, ayni zamanda bizim Çukurova Üniversitesi ile bağlantı kurmamız için bir fırsat oldu. Doktora çalışmalarımızın sonuna doğru Üniversitemizin kurucularından ve o yıllarda Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Doçenti Sayın Mithat ÖZSAN iki üniversitenin işbirliği sonucu Almanya’ya gelmişti. Böylece benim tüm hayatımı olumlu etkileyecek bu eşsiz insanla tanışmam gerçekleşmiş oldu. O yıllarda benim ve eşimin en büyük endişelerinden biri, ülkeye dönüşte nerede çalışacağımız idi. 1970 Yılının başından itibaren ülkemizde Ziraat Fakültelerinin bulunduğu Ankara, Ege ve Atatürk Üniversitelerinin ilgili kürsülerine mektupla başvurmamıza rağmen, maalesef hiç kimse yurtdışında doktora yapmış elemanla çalışmak istemiyordu. Sayın ÖZSAN ile tanıştıktan belli bir süre sonra bizler Türkiye’de nerede çalışacağız endişesi içinde üzülürken, bize Adana’da kurulma aşamasında bulunan Ziraat Fakültesinde çalışma isteğimiz soruldu. Bu benim ve eşim için oldukça sevindirici bir haberdi. Çünkü bizler Türkiye’de o zaman mevcut 3 fakülteden de olumsuz haber almıştık, ayrıca Erzurum’da çalışmaya da pek istekli değildik. Sonuçta 1970 yılı 30 Mayıs günü Ankara Üniversitesi Adana Ziraat Fakültesine Dr. Asistan olarak işe başladık. Bu tarih Çukurova Üniversitesinin ataması yapılan ilk kadrolarıdır. Herkes beni Üniversitede bir Bitki Koruma Bölümü çalışanı olarak tanımasına karşın, ilk atamalarda eşim Özden Bitki Koruma, ben ise Gıda Bilimi kürsülerine atanmıştık. Ben hayatımdan memnundum, zira Almanya’da biyokimya ağırlıklı fizyopatoloji konusunda çalışmış ve mikrobiyoloji ile yakın ilişki içinde olmuştum.
Tayinimizden sonra Haziran ve Temmuz aylarında Ankara’da bulunmuş ve oradaki Bitki Koruma Bölümünde çalışmağa başlamıştık. Ağustos başlangıcında oradaki hayat bizlere pek çekici gelmediği için o anda Adana Ziraat Fakültesi dekanı ayni zamanda Ankara Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü öğretim üyesi olan entomolog Sayın Prof. Dr. Akif KANSU’ya başvurarak Adana’ya gitme isteğimizi bildirdik. Hoca bu teklifi memnuniyetle karşılayarak Adana’da bir ev bulmak üzere bizi Adana’ya gönderdi. Eşim ve benim Adana’ya ilk gelişimiz böylece gerçekleşti. Ağustos ayının ilk yarısında Adana ve sıcağı ile tanıştık. Burada ufak bir anekdot. Adana o kadar sıcaktı ki dönüşte otobüs yolcu almak için Tarsus’a uğradığımızda eşim yanımda sıcaktan otobüs içinde bayılmıştı. Bu anıyı okuyanlar belki bunu biraz hayretle karşılayacak, ama unutmayınız ki anılan tarihte klimaların yalnız isimlerini biliyorduk ve her yaşam ortamında karşılaşılacak bir lüks değildi.
Bugün Üniversitemizde çalışanların çok azının bildiği bir husus ise Adana Ziraat Fakültesi levhasının asıldığı ilk binadır. Bu bina maalesef daha sonraları yıkılan Ziyapaşa Bulvarı üzerinde istasyona yakın batı cephesindeki ÖZMUCUR apartmanının giriş katıdır. Bu binaya girdiğimizde bizi o zaman Peyzaj Mimarisi kürsüsünün ilk öğretim elemanı olan Sayın Prof. Dr. Erdoğan GÜLTEKİN karşılamıştı. Şimdi anımsadığıma göre diğer kürsülere atanan asistanlar Adana’da bulunmuyorlardı. Bu binanın dış cephesindeki levha üzerinde bulunan yazı ANKARA ÜNİVERSİTESİ ADANA ZİRAAT FAKÜLTESİ DEKANLIĞI idi. Adana’nın tamamen yabancısı olan bizler, Sayın Gültekin’in yardımıyla bugün Metro sokağı olarak bilinen caddede bir daire kiraladık ve eşyaları taşımak üzere Ankara’ya döndük.
Adana Ziraat Fakültesinin asistanları kadrolu olarak atanmasına karşın, öğretim üyesi kadrosu Ankara Ziraat Fakültesi tarafından görevlendirilenlerden oluşuyordu. Her bir kürsü için bir öğretim üyesi görevlendirilmişti. Öğretim üyeleri genellikle Ankara’da bulunuyorlardı. Yalnızca ayın belli günleri Adana’ya geliyorlardı.
Adana’ya yerleştikten kısa bir süre sonra Dekanımız Sayın KANSU bana telefonla Köprüköy’deki Ziraat Okulunu teslim almam için talimat verdi. Köprüköy’e taşınmamızdan sonra, Özmucur Apartmanı terk edilerek Ankara’dan gelecek öğretim üyeleri için Köşk apartmanında bir daire kiralanmıştı. Köprüköy’deki okul 10 kürsüyü ve idari birimleri alacak büyüklükte olmadığı için biz Bitki Koruma kürsüsü olarak Adana Ziraat Okuluna komşu olan Adana Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsüne yerleştik ve Köprüköy’de barakalar yapılıncaya kadar uzunca bir süre bu Enstitüde kaldık. Artık tüm atanmış elemanlar Adana’da köprüköy’de çalışmağa başlamıştı.
Bu sırada zaman ilerlemiş 1971 yılına girmiştik. Yine unutamadığım anılarda biri de Dekanımız Sayın Kansu bana bir gün halen Çukurova Üniversitesinin bulunduğu arazide istimlâk işlemlerini başlatmam talimatıdır. O güne kadar istimlâk sözcüğünü duymamıştım ve ne olduğunu sorduğumda Devlet Su İşlerine giderek onlardan detayların öğrenebileceğim söylendi. Böylece ben iki yardımcı personel ile istimlâk işlerine başladım. Ancak birçoğumuzun bileceği gibi ferağ işlemleri esnasında imzanın Dekan tarafından atılması gerekiyordu. Bu sıralarda dekanlığa tüm personelin sevip saydığı rahmetli Sayın Prof. Dr. Kemal GÖKÇE hocamız atanmıştı ve O da zamanının büyük bir kısmın Ankara’da geçiriyordu. İstimlâk işlemlerinde onun yerine imza atabilmem için bana, yanlış anımsamıyorsam noterden imza yetkisi verilmişti. Böylece ben Ülkemizde beklide dekan adına imza yetkisi olan tek asistanı oldum. Bu arkadaşlar arasında uzun bir süre şaka konusu yapılmıştı.
İlk yıllara ait bu anılara son vermeden önce özellikle 3 noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Bunlar, yeni kurulan bir Üniversitenin Adana’nın sosyal yaşamında yerini alabilmesi için yapılan faaliyetler, Fakültenin atanan ilk asistanları ile Ankara’dan görevlendirilen öğretim üyeleri ile ilişkiler ve periyodik olarak toplanan Asistanlar Kuruludur.

Köprüköy Ziraat Okulu teslim alındıktan sonra artık tüm arkadaşlar bir aradaydık. Ankara’dan hocalar daha sıklıkla Adana’ya geliyorlardı. Adana halkı belki de bu olayları gazetelerden izliyorlardı. Diğer taraftan bizler de Adanalılar ile tanışmak ve sosyal yaşantımızı zenginleştirmek istiyorduk. Bu amaçla her ay diyebileceğim sıklıkla geceler düzenlemeğe başladık. Bu gecelerde tüm arkadaşlar ve eşleri elbirliği ile yiyecekler hazırlar, Ziraat okulunun bahçesi düzenlenir müzik yapılırdı. Geceler dans ve sohbetlerle oldukça renkli geçerdi. Böylece çok sayıda dostumuz olmuş ve bunlar Üniversitenin kuruluşunda gönüllü olarak çalışmışlardı. Hatta bu gecelerden bazıları şehirlerdeki mekânlarda da düzenlenmişti. Bu gelenek uzun yıllar yaşadı, fakat bildiğim kadarıyla artık unutuldu.
İkinci husus ise öğretim üyeleri ile asistanlar arasındaki ilişkilerdi. Bu arada Köprüköy’e taşındıktan sonra 1970 yılı sonu ve 1971 yılı başında tekrar asistan kadroları açılmış ve yeni arkadaşlar aramıza katılmışlardı. Adana Ziraat Fakültesi özellikle o tarihlerde yurtdışında doktora yapmış arkadaşları Fakülte kadrolarına almakta büyük atılım yapmıştı. Dünyanın çok farklı ülkelerinde doktora yapmış asistanlarımız olmuştu. Bunlardan bazılarının eşleri yabancıydı. Böylece oldukça renkli,  aralarında arkadaşlık bağları güçlü bir toplum oluşmuştu. Ankara’dan görevlendirilen öğretim üyeleri ile aramızda yaş farkı vardı. Burada isim vermeden şu hususu vurgulamak isterim. Bu öğretim üyelerinden bazıları ile olan ilişkilerde zaman zaman bazı çekişmeler bizi eğlendirmeğe başlamıştı. Klasik Türk Üniversitelerinde bulunmayan ve uzun zaman yurtdışında yaşayan bir kesim Dr. Asistan, Ankara’dan gelen bazı yaşlı öğretim üyelerinin bizden beklediği davranışları yerine getirmekte yetersiz olmağa başladık. Bunu daha açık ifade edebilmek için şu örnekleri verebilirim. Sayıca az olan bu öğretim üyeleri Adana’da iken her yaptığımızı bilmek ve bunları izin almadan yapmamamızı isterdi. Hatta bir gün topluca zılgıt yerken şu davranış bizlerden istenmişti. Yemekte dahi bırakın içki içmeyi,  öğretim üyesi yemeğe başlamadan elimize çatalı dahi alamayacağımız açık açık söylendi. Biz bir taraftan Adana halkı ile her ay toplanıp eğlenirken, bazı öğretim üyelerinin bu şekildeki beklentileri bize yersiz geliyordu. Ancak şunu söyleyebilirim ki sonunda bu davranışları bizlerden bekleyen bu büyüklerimiz bizim davranışlarımızdaki samimiyete, onlara duyduğumuz sevgi ve saygıya inanmış, en güzel ve renkli yaşantılarının Adana’da geçtiğini ifade etme büyüklüğünü göstermişlerdir.
Üçüncü olarak ise gelişen asistan kadrosu Fakültemizin başlangıç yıllarında rol ve görev alabilmek için yönetmeliklerde olmayan asistanlar kurulunu kurdu ve sürekli ve gündemli olarak toplanarak görüşlerini Dekanlığa iletmiştir.
Diğer güzel bir anı da, Üniversitemiz kurucu rektörü Sayın Prof. Dr. Mithat ÖZSAN’ın profesör oluşunda yapılan törendir. Bu kutlama Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsünde yapılmış ve anılarımızda kalan güzel bir olaydır.
Bir küçük anımı daha anlatmak isterim. 1970’li yıllarda Adana pamuk ağaları ve barları ile meşhurdu. Tabii biz erkek asistanlar için bar hayatını tanımak bir şekilde karşı konulmaz bir istekti. Nitekim sonuçta da öyle oldu. Bir şekilde evden izinsiz topluca barlara ziyaretler başladı. Anımsadığım kadar tüm erkek asistanlar bu ziyaretlere katılmışlardır. En büyük sorun evlere söylenecek beyaz yalanlardı. Hiç unutamayacağım bir olay şöyle gelişti. Ben yine arkadaşlar ile bara gitmiş, sabaha karşı eve gelmiştim. Özden uyanmış ve saatin kaç olduğunu sormuştu. Bende saat gece yarısı demiştim. Beni yalanlamak için lojmana 50 metre uzaktaki hoca sabah ezanını okumağa başladı. Gerisini sizler tahmin edebilirsiniz. Arkadaşlarda çok zengin bar hikâyeleri olduğuna inanıyorum. Sonuçta neler oldu biliyor musunuz? Biz erkekler barların düşünüldüğü kadar kötü yerler olmadığını göstermek için son ziyaretlerimizi eşlerimiz ile yapmağa başlamıştık. Eşler ile Adana barlarına gitmenin önderleri olduğumuz için bar sahipleri tarafından da hoş karşılanmıştık. Tabii bu ziyaretlerin az olması koşuluyla.

Bizim kuşak yani Üniversite kurÇömez, Dinazorulmadan önce Adana Ziraat Fakültesinin çekirdek kadrosunu oluşturulanlar (asistanlar) çok şanslı ve ancak yönetime gelme açısından da çok şansız bir kadroyu oluşturmuşlardır. Benim sürekli olarak şaka yollu ifade ettiğim gibi çömez geldik çömez gidiyoruz. Ne yazık ki çömez olarak gitmemize, bizden çok sonra Üniversite kadrolarına gelen ve birçoğu öğrencimiz olan genç yönetici kadrolar, bizim kuşağı dinozor olarak sıfatlandırarak ve bizlerle çalışmayı istemeyerek, mevcut çalışmalarımıza dahi izin vermediler. Ne yapalım hayat bu. Ben kendi adıma hayatımın en güzel yıllarını Çukurova Üniversitesi’nin kuruluşu ve gelişmesinde yaşadım. Bunun içinde her zaman tanrıya duacıyım. 

Etiketler: , , , , , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa